Tuesday, February 21, 2017

üçlemeyi bitirdik: twelve monkeys ve the zero theorem

ilk film brazil'den sonra "üçlemeye devam: twelve monkeys" diyemeden bu post geldi.
üçleme için diyeceğim şey: ot gibi yaşıyoruz :D ayrıca mekan tasarımı ve renkler özellikle the zero theorem'de muhteşemdi.

twelve monkeys







the zero theorem






ölmek - arthur schnitzler


bu incecik kitap tıpkı bir tiyatro oyunundaymış gibi sizi içine çekiyor ve siz olsaydınız ne yapardınız sorusunu kendinize sordurtuyor. ayrıca yazarının yaşamına da göz atmanızı öneririm.

eş - jenny offill


evliyseniz ya da başınızdan bir evlilik geçip gittiyse farklı bir gözle okuyacağınızdan emin olun. hızlı akan ve kendini okutan kitaplardan.

kozalar


bu oyuna gitmeyi çok ama çok istiyordum. tek söyleyeceğim şey: önermiyorum gidin izleyin. muhteşem. tiyatro pangar tarafından sahnelenen adalet ağaoğlu'nun yazdığı bu tek perdelik absürd komedi, uluslararası avignon festivali'nde türkiye'den yer alan ilk metin. ve prömiyerinin ardından bir ay boyunca fransa'da sahnelenmiş. sitesinde tüm ekibi görmenizi isterim. çünkü sahnedekiler dışında ekibin tamamı (dekor, makyaj, kostüm, koreografi vs.) beni çok etkiledi. yine de bu üç tatlı hatundan birini seçmek zorunda bırakılırsam ki hepsinden parçalar taşıdığımı düşünüyorum, binnur kaya'yı tercih ederim :D oyundan çıktıktan sonra bir süre jest ve mimiklerimde değişiklik gözlendiğine barış şahit :D

tüm bu "şey"ler, başka "şey"lere vesile oluyor ;) postuna istinaden

demiştim. işte bu lafı ederken bir hayalim vardı. bizim bahçede yani ngbb'de bitki ressamlığına giriş dersleri veriliyor. ben de bu muhteşem kursa katılmayı çok istiyordum. çocukluğu ansiklopedilerdeki bitki fotoğraf ve çizimlerine bakarak geçen biri olarak duyar duymaz kursa gitmeyi aklıma koymuştum. işte atölyeden kareler :D
tabiki meşe de kapıyı açık bulur bulmaz sıcak atölyeye kaçıp gününü uyuyarak, yalanarak ve çizimlerimizin üzerinde dolaşarak geçiriyor.




madem arkadaşlardan açıldı

bizim kızlar başsağlığına geldiler. sonra da beni alıp dışarı çıkardılar. yaşımız ortaya çıkacak ama 22 senedir arkadaşız :) ama hala lisedeki gibiyiz. bu arada olcay'ın da izmir'de olduğunu öğrenince bir akşam da hep birlikte buluştuk. biraz dalgındım ama çok iyi geldi. bu arada hep bizim kızlar diyorum ancak olcay da bu grubun tek erkeği olarak hep bizimle. şanslıyım çünkü annemin lise arkadaş grubu gibi benim de kendimi yanlarında rahat hissedebileceğim ve guard almadan vakit geçireceğim, derdimi anlatacağım, entellektüel sohbet de olsa dedikodu da olsa doyasıya sohbet edip gülebileceğim arkadaşlarım var :D öyle sakin durduğumuza bakmayın, hepimizin herkes gibi normal hayatları olsa da aynı zamanda bir o kadar da değişik zikzaklar çizilmiş enteresan hayatlarımız var  :)



arkadaşlık

hayatımdaki az sayıda arkadaştan biri özlem. izmir'deyken gözüm aşağıdaki fotoya ilişti. bu foto antep'te özlem'in düğününde çekilmişti. 


şimdi bursa'da kendisi. yağmur isminde afacan bir kızı var. aradım hemen. konuştuk, dertleştik. kalplerimiz hep bir. istanbul'a otobüs ile döneceğimi öğrenince benim çılgın arkadaşım otobüsün bursa mola saatini planlayıp beni görmeye otogara gelmiş. mola da bir indim, pat karşımda özlem :D işte arkadaşlık bence böyle bir şey :) hem dönem olarak yaşadıklarımıza hem de bursa'nın soğuğuna rağmen gülümsemişiz. gülümsemişiz diyorum çünkü birbirimizi görünce ikimizin de gözlerinden yaşlar süzülüyordu.



yine gümüşlük'teyiz

1 hafta oldu. yılbaşından sonra istanbul'a dönmüştük. şubat tatilinde izmir'de olmayı planlıyordum. bizim kızlar öğretmen oldukları için tatilde hepsinin izmir'de olacağını düşünmüş böylece hep birlikte görüşebilmeyi planlamıştım. daha doğrusu planladığımı sanmıştım. buluşmayı yaptık ama başka bir şekilde.

19 ocak'ta anneannemi kaybettim. bu yazıyı yazmak bile çok zor. düşünmemeye çalışıyorum. çünkü düşündüğüm anda gözlerimden yaşlar akıyor. hayata devam etme gücüm kayboluyor. hayatımdaki sayılı insanlardan biri ve sanırım dünyada en sevdiği kişi bendim. her şey anlamını yitiriyor, tüm geçmişim siliniyor gibi. daha ciciannemin kaybına alışamamışken ki 3 yıl oldu, bir yenisine daha alışmak çok zor. neyseki beni anneannem büyüttüğü için ruhumdaki anneannelik genleri sayesinde isyan etmemeyi, kabullenme gücünü bulmayı başarabiliyorum.


yukarıdaki foto şöyle: teyzemin nişan koçu gelmiş. ayaktakiler soldan sağa: annem, teyzem, anneannem, ciciannem. oturanlar ise ninem ve kazım dedem. burası menemen, sene tahminen 70-71. ben doğduğumda bizimkiler bu evde değillerdi, aynı mahallede şimdiki evimizdeydiler. ancak bu ev komşumuza satıldığı için ben de pek çok kez bu evde bulundum :) tabi arkada görünen veranda kapalı oda haline gelmişti ve merdivenler normal beton merdivene dönüşmüştü. züber dede ve ikbal teyze'nin evi. sanırım doğrusu zübeyir ama biz züber dede derdik. tekerlemeler söyleyip beni ve mahallenin çocuklarını güldürürdü.
konuya dönersek ninem ve dedem selanik'ten gelmişler. manastır'ın estefanya köyü'nden. dedem balcı bayram'ın oğlu. işte anne tarafından tüm ailem bu kadar. şimdi sadece annem ve teyzem var. kazım dedemi hiç görmedim. ninem 1996'da vefat etti. böyle işte.