uzun süredir ilk defa kendimi bir filme yakın hissediyorum. film hayatıma iki noktadan dokundu. birincisi amelie'deki gibi kendi çocuk ve masal dünyamdan izler çekip çıkartmamı sağladı. (ayrıca okuldayken uyku ve rüyalar ile ilgili bir belgesel yapmayı hayal ediyordum. hatta ön araştırmaları bile yapmıştım. bir laf vardır: "uyku ölümün yarısıdır" diye. çıkış noktam bu sözdü. mitoloji ile bağlantılandıracaktım her zamanki gibi konumu.) ikincisine gelince filmin asıl kahramanı olan stephano (stephanie değil). şu aralar yaşadıklarım ve hissettiklerimle kendimi ona benzettim. daha bu sabah bella'ya "kafamda o kadar çok kuruyorum ki, kurduğum şeyleri rüyamda görüyorum. sonra da -ya ben bunu yaşamış mıydım?- diye yanılgıya düşüyorum" dedim. (tabi tam olarak aynı kelimelerle değil) gerçek yaşam ve hayal dünyası arasındaki gel-gitler, duygusal boşalımlar, farklı noktalara takılmalar, yabancılaşma anları vs vs... böyle anlatınca ciddi bir vakayım gibi gözüküyor ama yaşadıklarım o kadar net ki... nasıl desem o filmi pek çok insan gibi ben de yaşıyorum herhalde. herkes kadar sıradan ve normal, herkes gibi farklı ve özel. aslında bugün yine 2 film seansı yapacaktım. ama hem çok yorgun olduğum için (dün gece yine az ve huzursuz uyudum, erkenden de kalktım malumunuz) hem de filmden sonra kendimi istiklale atıp izlediklerimi daha da yoğun hissetmek için 2. filme girmedim. sonra ne oldu? tanrı yani yaşam beni yine sınadı? tabi ki bir tesadüf ama istiklal'de her zaman görebileceğim birini, tuttum bu filmi izledikten sonra gördüm. e dedim ya tesadüf diye... o kadar.
adım atmak ya da atmamak
yapmak ya da yapmamak
istemek ya da istememek
işte her şey bu kadar basit bir denklemden ibaret.
o soruyor bana: "demet bir şey mi oldu?"
sorun belki de hiçbir şeyin olmamasıdır ya da olmayacak olması ya da olan şeylerin yetersiz kalması. çok basit gibi ama değil.
aralıklar'ın uğursuz olduğuna kanaat getiriyorum. eğer böyle devam ederse...
No comments:
Post a Comment