fatih akın'ın sanıyorum tüm filmlerini izledim. genelde kimselerin bilmediği zamanlarda bulur çıkartırım seveceğim şeyleri. fatih akın sineması da onlardan biri. (diğerlerini aklıma geldikçe ekleyeceğim bu parantezin içine) ama bu defa sevmedim filmi. sevmedim diil de yetmedi bana. bu kesişen yaşamları anlatma hadisesi sadece "amores perros" için kabul edilebilir bana göre. tekrar benzer kurguları görünce yazık olmuş hikayeye diyorum. tıpkı "babil"de olduğu gibi. başka örnekler de var tabi. "babil" ve "yaşamın kıyısında" bu örneklerin içinde iyi olanları. ama sadece birer örnek. konu özgün ama anlatım özgün değil. bence fatih akın filmleri içinde en beğenmediğim film bu oldu. neyse ki henüz ciddi tekrarlar yok. ciddi tekrarlar için "ferzan özpetek" ya da "amin maalouf"u verebilirim. severek takip etmeye başladığım ama bir noktada bıraktığım isimler. tabi ilk işleri ile yerleri kalbimde her zaman için tescillidir, o ayrı. gerçi bu durum, tekrar değil de o kişinin söylem bütünlüğü de olabilir. ama bir noktadan sonra okumak ya da izlemek istemeyebilirim. sanırım bu en doğal hakkım. ama her zaman dediğim gibi bir film hakkında iyi ya da kötü yorum duyduğunda o filmi izlemek gerekir. vasat olan şeylerin değeri yoktur. iyi ve kötü her zaman iş yapar bana göre.
kendimi; hiç sevmediğim, sevemediğim, sevmeyeceğim film eleştirmenleri gibi hissettim. bir de öğretmenlik mesleğine takığım. ama bu daha da farklı. temelde varolan eğitim anlayışına karşı olmamla alakalı olarak yorumlamak gerekir bu durumu.
2 comments:
Yahu ben de benzer duygulara kapıldım. Hayata bakışıyla, samimiyetiyle, duruşuyla ve filmleriyle hayran olduğum (hayranlığım hala devam ediyor o ayrı)Fatih Akın, bu filmle beni yakalayamadı. Belki de "Duvara Karşı"da yaptığı gibi şöyle evrilip çevrilip, silkelenip, aptallaşmak istiyordum bu filmi izleyince. Yani Fatih Akın'dan beklentimi çok mu yükseltmiştim? Ama filmin tanıtım kitapcığında Fatih Akın bizzat kendisi şu cümleyi kurmamış mıydı? "Duvara Karşı'nın yapabileceğimin en iyisi olmadığını kendime kanıtlamak zorundaydım. Duvarı Karşı'nın ardından daha iyi bir şey yapmak zorundaydım. Carl Lewis'ten daha hızlı koşmalıydım. Ben Johnson olmalıydım." Üzgünüm ama Ben Johnson olamamış bu filmde. Gerçi "kendisine kanıtlamış" olabilir ama bana kanıtlayamadı.
Hikayenin kurgusuyla ilgili sana katılıyorum. Bunun yanında benim takıldığım ve kabullenemediğim bir sorun var Fatih Akın filmleriyle ilgili. "İstanbul = Taksim ve civarı" mıdır? İstanbul'a gelen yabancılar neden devamlı "Büyük Londra Oteli"nde kalırlar? gibi... Bu mekanların Fatik Akın'ın sinema dilinde önemli ikonlar olduğunu kabul ediyorum. Bu mekanlardaki yaşamlar, görseller, işaretler, ikonlar kadar tam da bunun negatifi olan bir başka İstanbul daha var ve ben Fatih Akın gibilerin neden İstanbul'un bu tarafını henüz kullanmadıklarını anlayamıyorum. Yani demek istediğim "yapay", "sanal" "izole" bir İstanbul daha var. Bağdat Caddesi, Erenköy, Göztepe vb. semtler ve buralarda yaşayan İstanbullular'ın yaşamları daha egzotik ve işlenmeye değer bana göre.
Sözlerime son verirken ukalaca ahkam kesebilmem için uygun ortamı yaratan sevgili Demet'e ve blogger aracılığıyla Google'a teşekkürü borç bilirim.
yorumlara katılıyorum eklemek istediğim başka şeyler geldi bak şimdi aklıma. filmdeki 6 ana karakterden "hanna schygulla" yani lotte'nin annesi susanne staub ve "nursel köse" yani ayten'in annesi yeter gerçekten oyunculuk anlamında çok iyiydiler. diğer 4 karakter için ne yazık ki aynı yorumu yapamayacağım.
Post a Comment