Sunday, November 30, 2008

üçlemelerin ikisi...

hal, mandıra, fırın...

ben, mesela, bilmiyorum...

xxx dizisindeki esas oğlanın kankası...

yıldızlar

ben olmayınca bu güller, çiçekler yok. kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok. sabahlar, akşamlar, ay, güneş, yıldızlar yok. ben varsam var dünya, ben yoksam yok.

ömer hayyam

Saturday, November 29, 2008

hani

kendi olarak, sana gelen. sana gereksinimi olmadan, seni isteyen. sensiz de olabilecekken, senin ile olmayı seçen. kendi olmasını, seninle olmaya bağlayan. o, işte...
oruç aruoba

Monday, November 24, 2008

mutlu oldum

gecenin bir yarısı. artık uyumak üzereyim. ama uyumak istemiyorum. internete girdim. bir hiç gördüm. belirsiz bir delilik hissi. keyifli bir haftasonu geçirdim. yemek yedim. ağladım. misafir ağırladım. oyun oynadım. fotoğraf makinesi aldım. sıçan gibi ıslandım. bir pisi tarafından çırmıklandım. sonra bu akşam yatağa girene kadar huzur. şimdi de tertemiz çarşafların içinde sezen aksu'dan rumeli havası. aslında bu aralar sezen aksu'dan uzak durmak lazım. ya da bazı şarkılarına ambargo koymak lazım. ilgi alaka göstermem başka işler var. bugünün dersi barış'tan geldi: "kendi hislerine güven"
güveniyorum zaten...

Tuesday, November 18, 2008

aman beee...

biz aslında çok ama çok farklıyız. peki bizi buluşturan ortak nokta ne? bunu çözmem lazım.

Sunday, November 16, 2008

keklik

keklik dağlarda çağılar
yavrum diye diye ağlar
günden güne yasa dalar
görenlerin bağrı yanar
ağlarım ben kekliğime ey ey
seherde öten diline ey
ipeklenmiş tüylerine
yanaktaki benlerine ey ey
ağlarım ben kekliğime ey
keklik bizden uzaklaştı
yolumuz sarpa dolaştı
hünkar kalasını aştı
belki yavrusuna kavuştu
ağlarım ben kekliğime ey ey
seherde öten diline ey
ipeklenmiş tüylerine
yanaktaki benlerine ey ey
ağlarım ben kekliğime ey

15 dakika 52 saniye :)

Saturday, November 15, 2008

100 yıl süren çocukluk :)

sevdiğim şeyleri yapabilmek güzel...

"kanımda bir mikrop var" yavaş yavaş tüm defanslarımı kırıyor. ya ona karşı bağışıklık kazanacağım ya da kaybedeceğim. mutluluk sahte mi gerçek mi ayırt edemiyorum.
dün akşam "nekropsi" dinledim, ilk defa canlı. iyi olduklarını duymuştum. ama iyiden de fazlalar. davulcuları severim, bunu daha da çok sevdim.
ortamdaki insanlar piyasa bile değildiler. piyasa ötesiydiler. sonunda müzik dinleyebileceğim bir alan buldum o karışıklıkta. şiddet duygularımı arttıran insanlar bunlar. ben de özümde şiddeti seviyorum sanırım. belki de bu kadar çok yaşamın içinde olup da iyi filmlerle estetize edildiği için böyle hissediyorum mesela "domino" gibi.
işin ilginç yanı dün akşam da oradaydım. "dengue fever" dinlemeye gittik özgür'ün sürprizi ile. bildiğim bir sürpriz :)
eve gelip yatağa öylesine girmeyi çok seviyorum, plansızca. kasım'ın ortası oldu ama hala gece sokaklar dolu. her ne kadar çok üşüsem de...
"ıssız adam"ı izledim. çağan'ın yönetmenliği hakkında karışık duygular içerisindeyim. ama kırmızı şarap'ı seviyorum, beyaz mavi ekoseli masa örtülerini de.

Tuesday, November 11, 2008

buldum ki :)

ajanstan diil tabiki de. hatta kulaklığımın bas ayarını bile bozdum şarkı yüzünden... ehehehe. korkunç dağınıklığıma bir son vermem lazım...

o zaman bu radyo reklamını dinleyin...

"houses of the holy" aranıyor.

koskoca ajansta bir led zeppelin şarkısı olmaz mı yaaa ilaç niyetine... zaten canım ders çalışmak istemiyor. film de olmamış zaten. houses of the holy dinlemek istiyorum. ama gerçekten şu anda feciii şekilde dinlemem lazım... pufffff

Monday, November 10, 2008

o pe ra :(

yine bir şeyleri karıştırdım galiba. hep bu merakım yüzünden. eğer bu postu abuk bir şekilde yayınlarsam kendimi alkışlayacağım. peki nasıl düzelteceğim olan biteni?

e bu bozuuuk...

benim gibi takıntılı birine bu yapılmazki yaaa...

bunu düzeltmenin bir yolunu bulmalıyım ama şimdi değil.

Thursday, November 06, 2008

dahası var...

kötü bir rüyaydı. çok kızgındım. rüyalarda birden yüzler değişir ya. öyle bir şeydi işte. rüyayı uyanıp tekrar ettim sabah hatırlamak için ama yine de şu an çok uzak. dahası var...

Sunday, November 02, 2008

of ben offf...

bir şeyler oldu. sürekli haftasonları bir misafir ağırlama dönemi geçiriyorum. şikayetçi değilim ama haftabaşı biraz yorgun oluyorum. kontrol manyaklığım yüzünden misafirlerime pek nefes aldırmıyorum galiba. sürekli hareket halinde oluyorum ev içinde. mutfak ve evin geri kalanı arasında mekik dokuyorum. geçen haftasonunun cumasını anımsamıyorum. çok ama çok yağmurlu bir haftasonuydu. cumartesi bella ve özgür ile fernando ve lia'yı tünel girişinde beklerken hiç mimik ve jest kullanmadan iletişim kuran bir norveçli ile muhattap olmak zorunda kaldık. yanındaki şaşkın kızın da türk olduğunu baya bir zaman geçince farkettik. onları başımızdan atmak için elimden geleni yaptım. sonunda lia ve fernando geldiler ve biz ilk defa tanışmamıza rağmen el sıkışıp öpüştük. sıcak-soğuk ülke farklılıklarına takık biri olarak bütün gece norveçli hakkında kötü şeyler söyleyip atıp tuttum. sohbet muhabbet bir geceydi. eklenenler oldu. ama gecenin sonu hiç iyi bitmedi. bu başlı başına bir hikaye. ertesi gün kasvetliydi. gecenin etkisi vardı. ancak o kadar ev ev bir gün geçirdik ki çoğu şey geçti gitti.
bu cumartesi bella bizdeydi. üç kadın bir araya geldiğinde ne varsa o vardı birlikte olduğumuz saatlerde. alışveriş, dedikodu, yemek... nişantaşı, kurtuluş ve pangaltı'na yakın olmayı seviyorum. eve döndük. esterler'i bekledik. onlar geç gelince biz de ev keyfi yaptık. bugün de pazar kahvaltısı ve güzel hava gezisi ile günü sonlandırdık. pardon akşam yemeğini unuttum :) yemekten sonra ester'i izmir'e uğurladık. bu arada melda şu anda mutfakta yemek denemesi yapıyor :) sanırım misafirler arttıkça bizim bu yemek aktivitelerimiz de artıyor...

Saturday, November 01, 2008

günlüğe dair...

çok uzun zaman sonra günlüğüme tekrar yazdım. çok güzel bir rüyadan uyanıp ağlamaya başlayınca artık günlük zamanımın geldiğini farkettim. 2 yılda neler olmuş, neler değişmiş onu gördüm. kabataslak gözümün önünden geçti bir sürü şey. yaşam kendi yolunda akıp gitmiş. kimini o an anlamışım, kimini şimdi düşünüp anlıyorum.