daha keşfedecek bir dünya var önümüzde.
yolun başında olacağız öldüğümüz anda bile.
tabi ki yazacağız!
elimiz kalem tutup, zihnimiz bize oyun etmediği sürece.
Friday, September 28, 2007
Wednesday, September 26, 2007
ah bu ben...
uzun zamandır zülfikar'da bu kadar erken bir saatte kahvaltı etmemiştim. pazartesi yağan o kadar yağmura rağmen akşamına manzara kupkuru ve ılıktı. başka sebepleri de var tabi.
anladım ki ben yaşlanmışım. hala hareketli olduğumu düşünüyorum ama o eskisi gibi hoplayan zıplayan demet gitmiş. haa aslında aynı performans mevcut gibi duruyor. ama sonrasında kendime gelemiyorum. hızlı geçen bir kaç günden sonra yaşam devam ederdi. şimdi bir mola ihtiyacı hissediyorum. bunu sadece fiziksel olarak değil aynı zamanda psikolojik olarak da yaşıyorum. olcayımın da dediği gibi cırtlamışım ben :( ama söz elimden geldiğince hissettirmeyeceğim size :)
anladım ki ben yaşlanmışım. hala hareketli olduğumu düşünüyorum ama o eskisi gibi hoplayan zıplayan demet gitmiş. haa aslında aynı performans mevcut gibi duruyor. ama sonrasında kendime gelemiyorum. hızlı geçen bir kaç günden sonra yaşam devam ederdi. şimdi bir mola ihtiyacı hissediyorum. bunu sadece fiziksel olarak değil aynı zamanda psikolojik olarak da yaşıyorum. olcayımın da dediği gibi cırtlamışım ben :( ama söz elimden geldiğince hissettirmeyeceğim size :)
Monday, September 24, 2007
haftanın sonu
tüm haftasonu dışarıda geçti denilebilir.
hava her kıyısından kapalıydı.
ayağımdan botu, elimden şemsiyeyi eksik etmeden dolaştım.
bu sabah kalktığımda dışarısı ışıl ışıldı.
şimdi ayağımda açık renk spor ayakkabı var, şemsiyem yok.
sonuç olarak, dışarıda yağmur yağıyor.
hava her kıyısından kapalıydı.
ayağımdan botu, elimden şemsiyeyi eksik etmeden dolaştım.
bu sabah kalktığımda dışarısı ışıl ışıldı.
şimdi ayağımda açık renk spor ayakkabı var, şemsiyem yok.
sonuç olarak, dışarıda yağmur yağıyor.
Sunday, September 23, 2007
hafta
salı cumhuriyet'teydik. onur'u izmir'e uğurladık.
perşembe kampüse indik. moris ile dertleştik.
cumartesi sinan'ın doğumgünüydü. ve sinan isveç'e gidiyor. yüksek lisans yapmaya. bahadır'lardaydık. süper bir sofra, muhabbet ve "psycho" vardı. bir de aptal bir gerilim filmi.
perşembe kampüse indik. moris ile dertleştik.
cumartesi sinan'ın doğumgünüydü. ve sinan isveç'e gidiyor. yüksek lisans yapmaya. bahadır'lardaydık. süper bir sofra, muhabbet ve "psycho" vardı. bir de aptal bir gerilim filmi.
karar
kafam çok karışık. yine!
bir başka dönüm noktasındayım sanırım. her zamanki gibi.
ama bu güne kadar hep böyle olmadı mı? oldu.
hep anlatanların dedikleri şeyler çıkmadı mı? çıktı.
bu kadar zaman kaybını göze alır mıyım? bilmiyorum.
yanıt vermem gereken tek soru bu.
alakasız olarak; "bir erkeği bir kere seversen, yaşamının sonuna kadar hep seversin."
bir başka dönüm noktasındayım sanırım. her zamanki gibi.
ama bu güne kadar hep böyle olmadı mı? oldu.
hep anlatanların dedikleri şeyler çıkmadı mı? çıktı.
bu kadar zaman kaybını göze alır mıyım? bilmiyorum.
yanıt vermem gereken tek soru bu.
alakasız olarak; "bir erkeği bir kere seversen, yaşamının sonuna kadar hep seversin."
Friday, September 21, 2007
Thursday, September 20, 2007
Wednesday, September 19, 2007
yüz kitabı
ben yazmazsam olmazdı. şimdi efendim ben kendim arandım. çok sevdiğim bir arkadaşım beni facebook'a ekledi. şikayetçi miyim? hayır değilim. ama hiçbir anlam veremiyorum bu yoğun trafiğe. ancak bana mail attıklarında giriyorum facebook'a ve ne diyorlarsa ok deyip geçiyorum. milyon tane insan ve onların nilyon tane bağlantısı mevcut. ilk üye olduğumda bir iki foto ekledim o kadar. uğraşılacak başka o kadar çok şey var ki zavallı facebook son sıralarda boynu bükük takılıyor. arkasından hi5 ile netlog da girdi işin içine. bu ne be?
j.p.s.
aşk; iki insanın bilinçlerini birleştirme çabasıdır. boşuna bir çaba çünkü insan kendi bilincine mahkumdur.
olmaz
"hiç tanımadığın birini, bana tercih ettin, bense hiç üzülmedim, kim neden ayrıldın diye sorarsa, ayıp ettim dersin sonra da çekip gidersin, olmaz aşık olan bunu yapmaz, hani biz olgunduk kocaman olmuştuk, kalmaz yaptığın yanına kar kalmaz, sana benim gibi sımsıcak dokunamaz göreceksin, affedemem üzgünüm affedemem, sen yoluna benim daha çok yolum var, affedemem üzgünüm affedemem, sen yoluna benim daha çok yolum var."
bir garip şarkı daha... o da müziği ile anlamlanıyor.
bitti galiba
her şey konuşuldu ve sonlandı. yeni bir dönem daha başlıyor. ne garip bir eylül? acaba o kadının söyledikleri gerçek olabilir mi? bence olmaz, olmamalı da. ama genel yargılar olası. özele indiğinde bilemiyorum. çok olmuş 7 sene. 7'yi severim. bir anlam ifade etmese de. kaldı mı içimde bir şey? yooo... tarafımdan bu kadar büyümesinin nedeni de yıllarca paylaşılamayanlar. anlam, bütününü buldu sonunda.
Tuesday, September 18, 2007
Monday, September 17, 2007
aslı ne ki sureti bu olsun?
- empati, saygı, anlayış...
- yeni mottom: akmerkez'e yürüme mesafesinde olmayan eve, ev denmez :)
- yaşamıma girmiş tüm erkeklerin sevdiğim yanlarını, tek bir erkekte birleştirme şansım niye yok :(
- çan-ta-koli-t
- "telefon ile konuşmayı sevmeyen ben, nasıl oldu da marka temsilcisi oldu" bilmiyorum? işin ilginç tarafı tahminlerimin aksine bu işi kıvırıyorum.
- her akşam 2 doz -> haftada 14 -> en az 5 ana grup olsa -> toplam 70 eder.
- eylül benim yaşam ayım. her eylül önemlidir. her eylülde yeni şeyler yaşarım. o zaman ortaçgil'e de saygılarımızı sunalım. "light" güzel albüm ama aylardır dinlemedim.
- olmadı bu saçlar :( puufff...
- bella'nın doğumgünü hediyesi için bahadır, sedef ve aydın abi'ye teşekkür. imece diye ben buna derim. zaten kollektivite kelimesini de kullanırım ama sevmem.
- ilkokul ikide dergi hazırlardım kes-yapıştır formülü ile. o zamandan belliymiş iletişimin içine gireceğim.
- başka ne olmak isterdim? ben biliyorum ama belki başka bir zaman.
- ilkokul 1. sınıf hayat bilgisi sınavı sorusu: bahçede düşen bir arkadaşınızı görseniz neler yaparsınız?
- yanıt: ağlamasını susturur, öğretmene haber veririm.
- doğru yanıt: kızılay koluna haber verip, gerekli ilkyardımın yapılmasını sağlamak.
- o zamanda karmaşa ve gereksiz gürültüyü sevmezmişim demek ki.
- hiç gelemem.
- yeni mottom: akmerkez'e yürüme mesafesinde olmayan eve, ev denmez :)
- yaşamıma girmiş tüm erkeklerin sevdiğim yanlarını, tek bir erkekte birleştirme şansım niye yok :(
- çan-ta-koli-t
- "telefon ile konuşmayı sevmeyen ben, nasıl oldu da marka temsilcisi oldu" bilmiyorum? işin ilginç tarafı tahminlerimin aksine bu işi kıvırıyorum.
- her akşam 2 doz -> haftada 14 -> en az 5 ana grup olsa -> toplam 70 eder.
- eylül benim yaşam ayım. her eylül önemlidir. her eylülde yeni şeyler yaşarım. o zaman ortaçgil'e de saygılarımızı sunalım. "light" güzel albüm ama aylardır dinlemedim.
- olmadı bu saçlar :( puufff...
- bella'nın doğumgünü hediyesi için bahadır, sedef ve aydın abi'ye teşekkür. imece diye ben buna derim. zaten kollektivite kelimesini de kullanırım ama sevmem.
- ilkokul ikide dergi hazırlardım kes-yapıştır formülü ile. o zamandan belliymiş iletişimin içine gireceğim.
- başka ne olmak isterdim? ben biliyorum ama belki başka bir zaman.
- ilkokul 1. sınıf hayat bilgisi sınavı sorusu: bahçede düşen bir arkadaşınızı görseniz neler yaparsınız?
- yanıt: ağlamasını susturur, öğretmene haber veririm.
- doğru yanıt: kızılay koluna haber verip, gerekli ilkyardımın yapılmasını sağlamak.
- o zamanda karmaşa ve gereksiz gürültüyü sevmezmişim demek ki.
- hiç gelemem.
tad ve tuz
şimdi durup düşünme zamanı... bir ara olcay'ı gördüm sanki, bir de telefon ile konuştum. sonra ne mi oldu? ııı... bella'nın 2. geleneksel doğum günü etkinliklerinde yakup'un yaren'indeydik. yan masa ile atıştık. aklıma geçen yıl bu zamanlar geldi. neler olmuş neler? zaten eylül ayı demek hareket ayı demek :) yeni başlangıç demek. sonra minik bir kız gecesi yaptık. ah bu sırlar yok mu hayatın tadı tuzu. bir de kadın erkek ilişkileri :) artık çalış(k)an bir kızım. pozitif yaşam derneği girdi yaşamıma. evrimcisi geldi, gitti hatice anne ile birlikte. benci ile buluştuk bu akşam. fincan-kahve'ye götürdü bella ve beni. benim kuru meyve bulmam lazııım :(
Thursday, September 13, 2007
Monday, September 10, 2007
daldan düşen incir
yazmak için son sayfayı seçtim, belki de anlatmak için de son günden başlamam gerekirdi. ama şimdi son gün değil. aynı anda kaldırılan ayaklar ve atılan adımlar. dünyanın neresinde olursa olsun aynı anlama geliyorlar. kimisi sadece ilerlemeyi ifade ediyor, kimisi kutlamayı, kimisi yaklaşan sonu. genelde iki seçenek var; ya kapıyı açarsın ya da açmazsın. tahtaların arasından gümüşi renkte balıkları görüyorum. onlar ise beni sadece hissediyorlar. küçük bir apartman dairesinden gelen daktilo seslerini duyuyorum. yazarın, kelimeleri kullanma konusunda bonkör ve bir o kadar da titiz olduğunu anlıyorum tuşların ritminden. hava bulutlu ve yazarın en sevdiği kelime akışkan. tıpkı tuzlu su ya da dalga sesi gibi. insan kendi düşündüklerini kafasında bir daha toparlayıp yazamaz mı? belki. sonra bir nefes duyuluyor, sadece tek bir nefes. burada paraya ihtiyacın yok, para harcamaya da. bazen sadece yazılanlar yeterli olabiliyor. tıpkı sözcüklerin yetersiz kaldığı anlarda olduğu gibi. kocaman bir şehir. o kadar yukarıdayım ki şehri yaşayamıyorum. rüzgarın uğultusu duyuluyor. bulutlar hızlıca uzaklaşıyor. basmadan çiçekli bir etek giymiş. etek esintiden bacaklarına dolanıyor. daldaki kumru guguklamaya başladı. ona cırcırböceği eşlik etti. gerçi yaz bitmişti, o ayrı. küçücük pencereden mis gibi is kokuları savruluyordu. is kokusu ocağın üstünde kızaran patlıcanların kokusunu bastırıyordu. incir ağacının dalları yere değmişti. okul bahçesinde oynayan çocuklardan biri kaçan topu istedi. e peki bu duman neyin nesi? kim toplamış bu çalı çırpıyı? acaba rum odasının kapısında niye kocaman bir asma kilit var? sevdiği havanın her zaman için berrak olduğuna karar verdi. bahçenin tüm duvarları toprak ve samanla sıvanmış, beyaz kireç vurulmuştu sıvanın üzerine. bahçede yalınayak dolaştı, toprağa ve kocaman yekpare taşlara bastı. birden okuduğu ayşegül kitapları geldi aklına. serinin en sevdiği kitabı "ayşegül teyzesinde" idi.
Monday, September 03, 2007
Sunday, September 02, 2007
eylül
bence onlar da bu kadarını beklemiyordu. gerçi pat diye karşısında penelope'yi görünce şaşırmadı da değil. zaten sokak lambaları yanmıyordu ve farlar gözünü alıyordu. yağmur hiç beklenmeyeni yaptı. gecenin karanlığında bulutların törenini izledi sessizce. güneş bulutların arasından sıyrılıp sonu görünmeyen çayırı parlattı. küçük kız tahta nemli basamakta oturuyordu. kafasını kirişe yaslamıştı. siyah pamuklu külotlu çorabının üstüne yazlık beyaz pabuçlar giymişti. sonbahar güneşi bacaklarını yakıyordu. sarılı siyahlı elbisesi inceydi. omuzları ürperiyordu. saçları dalgalanırken, gözleri; saçlarının arasında oynaşan güneş ışınlarını yakalıyordu.
Subscribe to:
Posts (Atom)