Saturday, March 31, 2007

cumartesi

süper bir gün. durgun, sakin, yumuşak. kendi halinde şarkıların dinleneceği, uyuyakalınacak, kıpırtısız ruh hali sergilenilecek bir gün. melankoliye kapılmış gidiyorum. nereye olduğunu biliyorum. bunu boğazıma düğümlenen o şey ne ise, işte tam orada biliyorum. iki saniye sonra her şeyden vazgeçebilirim. günümü değiştirebilirim. birilerini arar sevdiğim bir şeyler yaparım. ama bu şarkı ruhumdan kopmaz ki. çok güldüm dün gece. uzun zamandan beri bu kadar gülmemiştim. iyi geldi. sakinleştirdi. yok herhalde. bu kadar net ve açık olanı yok. görüyorum. duyuyorum. okuyorum. anlıyorum. algılıyorum ama tüm bunları istemiyorum. anlaşılmaz tek bir noktaya odaklanıyorum. bazen unutuyorum. bazen ilgilenmek istemiyorum. bazen üşeniyorum. güzel keyfim nasıl isterse. son olarak içimdeki ses haklı olduğumu söylüyor.

Wednesday, March 28, 2007

var ya...

"istesem yapabileceğimi bilmek bile çok rahatlatıcı"

dün akşam milli maçı izledik onurlar'da. uzun zamandır maç izlememiştim. iyi geldi bana. ama arda'yı da özletti. büyüdü sıpa. çok özledim çok; hem onu, hem spor programı izlemeyi...

püüüfffff

ne zaman asansöre binsem kendimi aynada komik şeyler yaparken yakalıyorum. biri yakalayacak diye çok tereddüt etmiyorum da, kamera varsa diye düşünmeden edemiyorum. paranoyağım ya... bir de ne zaman siyah giysem kendimi güçlü ve korunaklı hissediyorum. siyah sıfır yaka kısacık kollu tişört ve siyah, bol kadife pantolonumla lara croft gibi hissediyorum. bir iki tekme savurmak istiyorum sağa sola. enerji fazlası mevcut bu aralar. fiziksel olarak yararlı şeylere harcayabilsem keşke... :)

Tuesday, March 27, 2007

şöyle oluyor

her seferinde heyecanlanıyorum, bir şeyler yapmak istiyorum. sonra zaman yaklaştığında tüm hevesimi kaybedip saçmasapan bir ruh haline bürünüp kırıcı oluyorum. hatta tam olarak amelie'nin aşağıdaki yüz ifadesine bürünüyorum. bu konuda özürlüyüm işte ne yapalım. bu da benim özrüm :(

kendinsin geç kaldığın

Monday, March 26, 2007

8365942

sekizmilyonüçyüzaltmışbeşbindokuzyüzkırkikinci kez amelie'yi izledim. biliyoruuuum. abarttım. ama olsun. işte sırf bu yüzden: "parmak cenneti gösterdiğinde sadece aptallar parmağa bakar"
amelie screencaps... istediğim sahne yok ama yine de sevdiğim birkaç şey var. başlığa dikkat 1 ve 7 içinde gizli...

benim: bana ait

bu görsel lulu'dan. ne yapıp edip beni şaşırtacak görseller buluyor. sophiegriotto'ya buradan ulaşabilirsiniz.

günlük burç yorumuma gelince; işte bu komik blogtan. hep beni gülümsetiyor. "zıp zıp" dediğine göre kesin beni tanıyor :)

koç burcu

fazlaca aktif olacağınız, zıp zıp zıplayacağınız bir gündesiniz, hayret. çarpım tablosunda çalışmalar yapacaksınız ama, diğer günlerdeki gibi olmayacak. ne olacağını biz de bilemeyiz tabi, ama çok eğlenecekseniz. diğer sayılarla oyunlar oynamayı ihmal etmeyeceksiniz. komik olacaksınız, yüzünüzdeki salak gülümsemeyi kaybetmeyeceksiniz.

evet o salak beniiim :)

bir de benim için link'teki şarkıyı dinlesenizeee...

başlığa tezat, odeo'ya inat; toplama post oldu bu yavvv...

Thursday, March 22, 2007

hiçbir şey orijinalin yerini tutmuyor

pik pik togramlar + bici bici ketler

emirgan'a yürürken

aslında daha çok foto var ama bu üstteki şebekliğimizin en düzgün hali. diğer fotoları koysam yürüyüş arkadaşlarımın hoşuna gitmeyebilir, tabi benim de :) gülmeyin yaaa... moda katalogu için poz veriyoruz. sonuç: okuldan inerken bebek iskele...

komik ama...

küfür-baz istasyonu

aşağıdaki 4 posttan sonra sayfayı açıp baktığımda gülümseyerek ağzımdan şu laf çıktı: ha s.ktir. word'ün azizliğine uğradım. ama artık her şey kontrol altında... sidebar'daki previous postlarımdan "küfür" ve "an" niye birbirine girdi? :(

an

yazı yazmak istiyorum, sayfalarca anlatmak istiyorum.
gördüklerimi, duyduklarımı, hissettiklerimi…
rüzgarın tenimi okşamasını, beni özgür yapmasını…
martı olmayı özlemeyi…
düşünceler tıpkı azgın bir nehir gibi akıyorlar zihnimden.
gözlerime bakarsanız, görürsünüz suların çağlamasını.
nefesimi duyarsınız, fark edersiniz ne kadar yoğun hissettiğimi.
günler geceleri, geceler günleri kovalıyor.
birileri, bir yerlerde hasret çekmeyi bile özlüyor.
her şeyi bilmek yetmiyor.
bildiğini söyleyemiyor, söylediğinden emin olamıyor.
onun için yaşanacak hayal kırıklıkları var daha, söylenecek sözleri, gerçekleşecek anıları.
bir bir dönüyor akrep ve yelkovan, tek tek sönüyor dakikalar, saniyeler, anlar, şimdiler.

yazı

aşağıdaki yazı 2004 nisanda yazılmış. neredeyse 3 yıl geçmiş. acaba derdim neymiş? bu yazıyı aslında walk alone'a eklemeliydim ama nisan geliyor ya, yağmur da yağıyor ya...
Nisan 1…
nisan yağmurla geldi, damlalar rüzgarla dans ediyordu.
saçlarının rengi, gri takımına uyan adam; florasanların donuklaştırdığı iskeleye girdi.
basamakların yanındaki çöp kutusunun önünde durdu, sırtını salona döndü ve sigarasını yaktı.
çakmağının sesi boş salonda yankılandı.
sadece kahverengi ayakkabıları gözlerinin rengine uyuyordu.
üzerindekilerin fiyatıyla ortamda dikkat çekiyordu ama aslında silikti, tıpkı sigarasının uçuşan dumanı gibi.
rüzgar dumanları savurdu ve arka bankta oturan genç kızı öksürttü.
vapur gelmek bilmiyordu, aynı bu gecenin bitmek bilmemesi gibi.
grili adam elindeki izmariti yere attı, seri bir hareketle belinden silahı çıkardı ve arkasını dönüp bağırmaya başladı: “ya bu gece bu şehir yıkılır ya da ben yeniden doğarım.”
damlalar rüzgarla dans ediyordu.
grili adam basamakları çıktı ve koşarak iskeleden denize atladı.
fenerin kırmızı ışığı yanıp sönmeye başladı.
son vapur geliyordu.
1 nisan 04 – pasaport iskelesi

söz uçar

sıkıldığında yaz.
anlatılanları yaz.
abartmak istediğinde yaz.

paylaşmak istiyorsan yaz.
izlenimlerini yaz.
yeni bir şey yarattıysan yaz.

derdin varsa yaz.
duyduklarını yaz.
yalan söylemek istediğinde yaz.

mutlu olunca yaz.
çağrışımlarını yaz.
palavra sıkmak istediğinde yaz.

kaçmak istiyorsan yaz.
gördüklerini yaz.
varolanı yok edeceksen yaz.

konuşamıyorsan yaz.
düşüncelerini yaz.
olmayan bir şeyi olmuş gibi anlatırken yaz.

yazı kalır

bir çocuk varmış. yaşamında çok büyük bir sır varmış. yakınlarına anlatmaz, uzağında ne kadar insan varsa onlarla paylaşırmış. zaten uzağındaki insanlarla kendi sırrı yüzünden tanışmış. acaba o çocuk bir gün cesurca sırrını herkesle paylaşacak mı?
bir kız varmış. küçükmüş. kendini büyük sanmış. herkese tepeden bakmış. bilmişlik taslamış. samimi davranmayı hiç öğrenememiş. ahkam kesip ortalarda dolanmış. acaba
bir gün tüm bunlardan pişman olacak mı?

bir çocuk varmış. kendinden önce sevdiğini düşünen. sevdiği yanında olmasa bile yanındaymış hatta beyninin içindeymişcesine yaşayan. sevmekten öte tapınan. acaba bu çocuk bir gün hayal kırıklığına uğrar mı?
bir kız varmış. kendi yaşamının neresinde olduğunu kestiremeyen herkes gibi. ama halinden anlamsızca bir memnuniyet içinde olan. acaba o kız bir gün yeni şeyler arayacak mı?

bir çocuk varmış. hep daha çok insanla tanışıp iletişim kurmak isteyen ancak ne istediğinden çok da emin olmadığı için ilişkilerini bir şekilde yok eden. acaba o çocuk bir gün büyüyecek mi?
bir kız varmış. hayatındaki her şeyi yoluna koymuş. artık yaşamdan çok klasik şeyler bekliyormuş. hayatına girecek ilgili bir eş, işinde uzun ve başarılı bir kariyer, yapılacak tatiller vs. gibi. acaba bu kız bir gün tüm bu istekleri ile çelişecek mi?

bir çocuk varmış. zor bir çocukluk ve gençlik dönemi geçirmiş. o yüzden zorlandığı anlarda bu kadar saçma davranmış çevresine. iyiymiş özünde değişmek de istermiş aslında. acaba o çocuk bunu başarıp istediği yaşamı elde edebilecek mi?
bir kız varmış. dışarıdan bakılınca doğuştan şanslıymış. o da kendini şanslı sayarmış. aslında gerçekten şanslıymış. acaba bu kız bir gün uyanıp her şeyin bir yalan olduğunu anlayacak mı?

bir çocuk varmış. yaşamı bir sahnede yaşarmış. ama bütün büyük roller kapılmış. o da enerjisinin son zerresine kadar elinden geleni yaptığı için fark edilirmiş ama kaale alınmazmış. bu çocuk bir gün durup tüm bunların farkına varacak mı?
bir kız varmış. hep yurtdışında yaşamak istermiş. ama hayatının önemli kısmı çocuklar olmuş. acaba o kız gidebilecek mi yurtdışına?

bir çocuk varmış. pizza dağıtıcılığı yapmaya başlamış. aslında geceleri gezmeyi severmiş. motorla pizza dağıtma işini de gecelere kaydırmış. acaba artık gezmiyor mu o çocuk geceleri?
bir kız varmış. savunma mekanizmaları yaratmış. kendini bir şey sanmış. hep zorlamış hep zorlamış. yaşamını zindana çevirmiş. değişmesi de imkansızmış. çünkü o sadece bundan ibaretmiş. acaba o kız bir gün sevip de üzdüklerinden özür dileyecek mi?

bir çocuk varmış. hep farklı şeyler yaşamak istermiş. yaşarmış da, ama bu yaşadıkları ona yetmezmiş. acaba o çocuk istediğini bulabilecek mi?
bir kız varmış. iyi ya da kötü tüm duygularına yenik düşermiş. bu onu yorarmış ama o farkına varmazmış. yaşamın karmaşasına kapılmış sürüklenmekteymiş. ne istediğini bilmesi bu karmaşayı sonlandırmaz aksine körüklermiş. bu kız durmayı bilecek mi?

bu yazı bir yansıma ve yanılsamadan ibarettir. serbest çağrışım tekniği kullanılmıştır. yazıda 7 kız 7 erkek 14 ayrı kişi kullanılmıştır. bu 14 ayrı kişi aslında 1 kız 1 erkek olarak toplam 2 kişiden ibarettir. sonuç olarak yazıda geçen tek 1 kişi vardır. o da benim.

Wednesday, March 21, 2007

döngü

bahçeye çıkmaya başladık ufaktan, böcükler gibi. sanki aynı tadı alamadım. yalnızken daha mı iyiydi ne? birkaç hafta önce köfte ekmek yemiştik. aklıma bizim küçük evin mutfağı geldi. orada yediğim öğle yemekleri, okula gitmeden önce ya da okuldan geldikten sonra. hep derim; minicik kararlar, küçücük arayışlar insan yaşamında çok büyük açılımlara ve değişimlere neden olabiliyor. eğer denk getirirsem "yaşam döngüsü" çizer, buraya da eklerim onu :) musicovery ağacı gibi...

Tuesday, March 20, 2007

yaşam enerjisi - aşk - sokak günleri - özgürlük

babama

bilirim hep küskün yüzün, ama bu oldu mu?
dilin yok gözünde hüzün, yordum yoruldun mu?
yürü yürü boğaz boşmuş, sana hayat buymuş.

new york'a gittiysem n'olmuş,
babamı üzdüysem n'olmuş,
gencim bir yarınım kalmış.
ayarımı kimler bozmuş,
sesimi çok fazla açmış,

kulaklarım sağır olmuş.

babama n'olmuş? n'olmuş?

geceyarısı uyanmıştın, yağmuru duydun mu?
bir sigara yakmıştın, su içip uyudun mu?
dediler: kızına düşkün, çocuk ruhlu erişkin.

"gittim yollarda kayboldum baba,
girdim bir şarkı doldurdum sana.

kime yazdın diye sordular,
dedim: babama."

Monday, March 19, 2007

darwin

en güçlü, en akıllı olan değil; değişime en iyi uyan ayakta kalır.

yaşıyorum

fiziksel olarak çok sağlam değilim ama psikolojik olarak yukarılardayım. dediğim gibi cümbüş oldu bu haftasonu. cumartesi emirgan'a yürüdük, hisarın içinden geçip. ice age izledik. ben doors günlerimdeyim. serseri günler. haftasonu gördüğüm insanlardan kaynaklanıyor sanırsam.
cumartesi şahikadaydık ama nasıl şahikadaydık? (nasıl biz'e vurgu yapıyor burada) yok yoktu. üşenmeyeceğim ve sayacağım. evrim, bella, haticeanne ve oğlu
olcay, güzinanne ve kızı yani küçük kardeş zuzu, sema, ümit, moris, nazlı ve ben. bir ara ümit'in iki arkadaşı vardı. sonra bir reggae bara gittik. gecenin sonunda başbaşa kaldık. bella, olcay, evrim ve ben. 4'te ayrılırken yorulmuştum. ama o son birkaç saat içinde konuştuğumuz her ana değerdi, çok yorucu olsa bile.
sonrasında pazar geldi. anneler, olcay, evrim, bella, zuzu ve benden başka bu defa kaan, onur ve mert de vardı. izmirde olsaydım da bu takımı toparlamak zor olurdu ama yine de hemen herkes eminim benim hissettiklerimi hissetti. ne hissettim? onlardan ayrılıp geri dönerken içim burkuldu. güzinanne ve haticeanne; hayatımdaki iki önemli erkeğin anneleri; bu kadar zaman sonra ilk defa resmen tanıştılar. hep birbirine benzettiğim iki kadın, tıpkı oğulları gibi. aile saadeti yaşadık işin özü. kaan ve olcay'ın kolunda, bella ile birlikte o yokuşu çıkarken ne hissettim bilemiyorum. anlatamıyorum. büyümek zor geliyor. 99'a dönmek istiyorum. her şeyi aynı şekilde tekrar en baştan yaşayabilirim. anneler rakı sofrasında paşalarla otururken bir an "2000 miydi 2001 miydi kaan seninle tanıştığımızda" dedim? güzinanne'ye sordu. tereddütsüz "2000" dedi. o daha iyi biliyor bizden. işte böyle anneler bu anneler. onur, kaan ve olcay'ın çocukken yaptıkları serseriliklere güldük, zuzu'nun büyümesine şaşırdık, annelerin yemekleri ile doyduk. ne yapacağımızı şaşırdık, küçük çocuklar gibi şımardık.
bütün gece sarılıştık, koklaştık, öpüştük. ama geçti, gitti ve bitti :(
annemle konuştum öğlen. dönmüş ve yunanistan'a yerleşme kararı almış. (tabi ki espri ile karışık söyledi ama istek kısmı değil, ihtimalin azlığı işi espriye dönüştürüyor) "memlekete geri dönüyorsun demek dedim" de, galiba gerçekten istiyor. toprak çekiyor olabilir tıpkı bana olduğu gibi. sadece anlatılan ama beyinlerimize kazınmış toprak. hayvanlarımızın otladığı, ekinimizin yeşerdiği, arılarımızın bal topladığı topraklar.

Sunday, March 18, 2007

faşizm...

...atılan ilk bombalarla başlamaz, her gazetede üzerine bir şeyler yazılabilecek olan terörle de başlamaz. faşizm, insanlar arasındaki ilişkilerde başlar, iki insan arasındaki ilişkide başlar.

Friday, March 16, 2007

son durum

yahu... evrim geldi van'dan izmir aktarmalı. dün gece kaan & olcaylar'da idik. olcay'ın enfes yemeklerinden yedik. olcay hariç hepimiz hastaydık. zuzu'nun da pek keyfi yoktu. hafta sonu da güzin ve hatice sultanlar geliyormuş. cümbüş var anlayacağınız. keşke benim annem de gelseydi. ama şimdi yunanistan'da geziyor kendisi.

bu arada ben hastayım. kimse inanmıyor ama sanırım mutfağı temizlediğim gece üşüttüm. sabah sabah gözümü açtığımda mutfakta bir böcekle karşılaşmak hiç de hoş değildi. eve not astım kimse bankoya yaklaşmasın tüm gün diye. akşam da her yeri kloraklı (klorak, çamaşır suyu demek) sular ile temizledim. sanırım su ile fazla oynadım. işte bu yüzden hasta olmuş olabilirim. klorağın kokusu ise ertesi akşama kadar elimden gitmedi. ıyyy...

peki ben niye anlattım tüm bunları? çünkü hasta olunca özel bir ilgi gösterilirdi bana küçükken. (çoğu çocuğa yapıldığı gibi)
1. calcium sandoz içerdim. yine içtim hatta suda erimesini izleyerek eğlendim.
2. dün bella bana muz verdi ama anamur muzu. bu da benim küçüklüğümden güzel bir anı.
3.berna da sabah sabah çokomel verdi bana. hani şu renkli kağıdını tırnağımızla düzelttiğimiz şey. gerçi üzerinde yeni nesil winnie var ama sorun değil.

işte ben de tüm bunlardan dolayı mutlu oldum.

şarkı

bu şarkıyı deniz seki söylüyor. aşk denizi diye bir albümü varmış. pelin'den buldum ben de. orijinal olduğu için şarkı ile ilgili hiç bir işlem yapamıyorum. buraya da ekleyemiyorum. ama sevdim işte. söylenişi de bir huzurlu, bir sakin; sormayın gitsin.

aşk vedalardan çok hoşlanır
ders almaz, utanmaz üstelik
...
aşk heyecandan çok hoşlanır
yerinde durmaz, kıpır kıpırdır üstelik

karışmazsan, yalnız kalır bu sefer
platonik deriz biz ona, hiç sevmez üstelik

ondan bir haber gelince, yüreğinde fırtınalar
kopar kopar, kopar kopar üstelik

zevkten dört köşe olur...

aşk sevişmekten çok hoşlanır
heyecanlanır, yorulmaz üstelik
...
aşk pasifloradan çok hoşlanır
uyutmaz, uyuyamaz hiç üstelik

5 duyu

beş duyumuzu sonuna kadar kullanırsak daha da yoğun yaşamış oluruz yaşamı galiba. tabi zihnimizi ve kalbimizi de. onlarsız hiçbir anlamı olmaz. daha çok, daha da çok, çok çok, dibine kadar... prickieleri gönderdim :) değişiklik iyidir iyi...

Thursday, March 15, 2007

love bug & dreamer

iflah olmaz bir romantik...
serbest çağrışımlı, içten çökertmeli, duygu seli hali.

hemen deneyin

dolanırken sağda solda, bunu buldum karşımda. siz istediğiniz görseli browse ediyorsunuz. o da browse ettiğiniz görseli mozaikliyor. yukarıda bana yaptığı gibi... bir de görsel dna diye bir şey buldum. bu daha da eğlenceli :) tam kurcalamalık...

Wednesday, March 14, 2007

trafik lambası

ben galiba hep yeşil ışık olacağım.
diğerlerinin çoğu sarı ışıkta.
kırmızı ışık az var etrafımda.
kimisi ise hasarlı bir üçlü.
her üç ışığı da yanıp sönüyor.
ne zaman ne yapacağı belli olmuyor.
zaten onlar ciddi kazalara neden oluyor.
yoksa rengini bilen niye kaza yapsın.
aslında o da mümkün.
ben yeşil, o kırmızı, sen sarı iken...
herhangi bir kazanın olmaması mucize.
aslında benim de kırmızı noktalarım var.
az görünüyorlar ama varlar.
sarı ışık olunca insan kendi sarılığını fark etmiyor.
genelde çevreden algılanıyor sarı ışık yanıkken.
tıpkı birer filtre gibiyiz.
normal ya da anormal olan bu.
çünkü hangisinin gerçek normal ya da anormal olduğu asla bilinmeyecek.

Monday, March 12, 2007

ben büyüklerimin sözünü dinlerim

bu 301. post. yeniden...

fotoğraf zamanı imiş

uzun zaman sonra tekrar polonezköy ve riva'ya gittim. bu defa güneş azdı, yeşil eksikti. okuldan birileri ile gitmek iyiydi. saatlerce dolaşmak güzeldi. herkesin yanında makine olması tesadüf değildi. ama tek dijital olmayan benim makinemdi :) he he... kumlara batmak zevkliydi. köpeklerden kaçmak komikti. geyik, dibine kadardı. çok güldüm. dalgalar köpük köpüktü. kayalar yosun yeşili. kumlar ıslak olmasaydı daha da bütünleşecektim doğayla. bu haftasonu karşıdaydım. tüm sokaklarından geçtim sanki. caddeye çıktım. sahile kondum. şekilden şekle girdim. aşağıda gördüğünüz gibi :) bu arada benim çektiğim denemeleri uzun zaman sonra görebileceksiniz. arkadaşların çektikleri denemeleri ise bir süre sonra walk alone'da bulacaksınız umarım.

polonezköy+riva




kaldığı yerden devam...

vazgeçtim!

ne kadar durabilirim ki?

durdum.

Friday, March 09, 2007

emesen 2

19 şubat'tan beri msn listemdeki hiç kimse tarafımdan engelli değil. tek bir kişi vardı, o da engelleri aştı :) kuş gibi rahatladım yahu...

aa aaa! bu da ne?

belki seversiniz dedim. ben pek sevdim. deneyin...

Wednesday, March 07, 2007

biraz hareket lütfen...

hadi kıpırdanın biraz...
şarkı özlem'in seçimi :)

beklemede "idi"

sırlar var. aslında hepsi gözümüzün önünde ve sadece fark edilmeyi bekliyorlar. inandığım şu; herkesin kendi keşfedeceği tek bir sır var ve keşfedilen sırrın da sadece kendine özgü bir özelliği. bu durum aynı olayın, durumun veya artık her neyse; her kimse tarafından farklı algılanışı ile ilgili.
peki sanırım karıştırdım. baştan alıyorum:
çevrede pek çok bilinmeyen sır var yaşama dair. yaşamımın sonuna kadar ben bunlardan sadece birini fark edeceğim ve o benim sırrım olacak. başkasının değil. kimisi deli gibi bu sırrı arayacak yaşamı boyunca, kimisinin ise hiç ummadığı bir anda karşısına çıkacak sır dediğimiz şu garip bilinç hali. belki de hepimiz aynı şeyi bulacağız ama farklı şeyleri bulduğumuzu sanacağız.
sonuç olarak; belki de hiç bir halt yok bulacağımız.
ne demişler (aslında bilmiyorum nasıl denildiğini); görmesini bilene ve bilumum alternatifleri... duymasını, yaşamasını, söylemesini... vs...vs... bilene işte.
sır sır deyip durdum ya, çok basit şeylerden bahsediyorum aslında. mesela tencerede yağın içinde kızaran şehriyelerin birbirine yakınlaşması gibi. yaniii...
fotoğraf için selj'e teşekkürler...

unutmuşum

bu sabah yolda gelirken zihnimi zorlamadım, kendisini serbest bıraktım. dün gece hayal gibi rüyalar gördüm, ofise gelip bana sabah sabah acele ile "aerosmith-crazy" dinlettirecek rüyalar.
bir başka rüyam ise bu geceye dair; sınıftayım, yüksek pencereli eski bir bina. masada ünlü bir yabancı rock yıldızı oturuyor, bir şeylere hazırlık yapıyor. bizi yazılı yapacakmış. masanın üstünde dev bir müzik sistemi var, sınav yaklaşınca onu son ses açıyor. sonra yan sınıflardan şikayet geliyor. adam da; asıl bizden sorumlu olan öğretmen onu bu konuda uyarınca kızıyor. bu arada ben de sınava penguen'den sorumlu olarak sadece derginin 5. sayfasını çalışmışım, insanlar "orta sayfada bir minik ek daha vardı, asıl onu çalışacaktın" diye beni çileden çıkarıyorlar. neyse sonra nasıl oldu anlamadım; rüyanın, bana sabah sabah şarkı dinlettiren kısmına geçiverdim. tek söylenecek şey ticari bir taksideydim ve kaçıp kovalama sahneleri başlamıştı bile.

Tuesday, March 06, 2007

çok kopyacı oldum ben :(

ama ne yapayım deli gibi dinlerdim küçükken. beatles anthology'nin 1'i ve 3'ü vardı da 2'yi bulamamıştım. (toplam 6 kaset; kaset diyorum çünkü küçüktük o zamanlar dedim ya) görünce elmaaltshift'te heyecanlandım birden...

Monday, March 05, 2007

utanmadım yaptım


eğer...

derseniz ki bu blogun adının tepesinde duran rozet benzeri şeyler nedir? neymiş efendim: prickie. yaniii... unique button badges. hani kot eteğimde vardı ya kayboldu biri. işte ondan :) çok beğendim, çok beğendim... hepsinden istiyorum, gözlerimi onlardan alamıyorum... ama sanırım bir arada daha güzeller... sitede çok daha güzeller var. dudağımı sarkıtıp ağlasam, biraz da ağlamaklı gözlerle iç geçirip kendimi acındırsam... belli mi olur, belki kendiliğinden gelirler bana... utanmasam hepsini paint ile yapıştıracağım buraya...

eski bir şarkı

minik

dünya küçük,
istanbul daha da küçük,
ama istediğim kadar değil.
dünya büyük,
istanbul daha da büyük,
tam da istediğim kadar.
dünya üzerinde birilerine,
istanbul'da tanıdığına,
rastlamak çok olası.
benim gördüğüm bir sürü insan
tanıdık tanımadık,
beni gören daha da çok insan
tanımadık tanıdık,
uzaya mı gitsem ne...

dedi:

kadınlar bunalıma girince konuşur ve konuşurlarmış,
erkekler içerler ve içlerine atarlarmış.
bu da genelgeçer tespitlerden biri olsa gerek.

Sunday, March 04, 2007

yeni bir şey öğrendim: stencil

gazete haberi için...
05.03.07 - pazartesi / haberler beni kovalıyorsa, ben ne yapayım...
ek-1: wiki'den de öğrenin istedim...
ek-2: ben öğrendim siz de başka şeyler öğrenin istedim.
street poster art, sticker art, graffiti tekrardan ve çeşitleri...
ek-3: bir de eski bir iki haberi buraya eklemeden edemedim.
gerilla dediğin böyle olur.
ek-4: cep telefonum ile logos'un duvarında da yakalamıştım bir tane; onu da bulursunuz burada, yakında... işte hemen altta...
ek-5: graffitecture' ı da duyun istedim. ek-6: bu da var, bu da var... tubeartbitti galiba şimdilik...

pazarın durgunluğu

sallanan sandalyede oturmuş, ellerimi çıplak karnımın üzerine koymuş, ne kadar dertli şarkı varsa moris'in sayesinde dinleyip saçlarımın kurumasını bekliyorum. bu bir terapi çeşidi olabilir.
dün gece yine yeni insanlar vardı. ama gecenin 2'sinde afm'nin karşısından geçerken ben yanımdakilere rağmen yalnızdım. neyse ki ben kendimle olmayı seviyorum ve henüz bu durumdan sıkılmadım.
sonuç olarak; pazarın durgunluğu ve kulağıma mırıldanan şarkılar bana iyi geldi. bugün dinlenen tüm şarkıları sanki bir bütün olarak değil de her bir notayı ve sözcüğü ayrı bir şeymiş gibi algılıyorum. keren ann-by the cathedral

Friday, March 02, 2007

piknik günü

sabah hava ılıktı, okulun bahçesindeki patikada yürürken (sırtımda çantam vardı ki bu önemli bir ayrıntı) kendimi pikniğe gitmişim de kısa bir yürüyüşe çıkmışım gibi hissettim. bahar dallarından kopan minik çiçeklerin yaprakları patikaya serpiştirilmişti. hava; çocukluğumdaki piknikler gibi parçalı bulutluydu. (bahar gelince sınıfça pikniğe giderdik, hava bizi hep hayal kırıklığına uğratırdı sabahtan. gün içinde ise bir şöyle bir böyle :) rüzgar; ılık ve hafif esiyordu. (hep sevmişimdir gezileri ve o gezilerde yeni bir şeyler bulmayı) doğaya ihtiyacım var, çok özlüyorum çünkü; toprağı, çiçeği, yaprağı, ağacı, böceği, tüm bunlara dokunmayı, güneşte doğal olarak yanmayı, ağaçlara tırmanmayı, meyve-sebze toplamayı, bahçe sulamayı, rüzgarı hissetmeyi, ayaklarımı suya ellerimi çamura sokmayı, bir yerlerime diken ya da kıymık batmasını, tozlanmayı, ısırganların kaşındırmasını, ot yolmayı, çapa sallamayı vs vs ... tüm bunları apartmanın bahçesinde yapamazsın. ova lazım bana...
dün gece "sis ve gece"yi izledim. yani...

Thursday, March 01, 2007

durak

durakta oturuyorlardı.
annesi burnunun dibinde bir sigara yaktı.
bunu yaşamaktan nefret ediyordu.
kendi sevgilisi de aynı şeyi yapardı.
cem ile 4 yıl önce tanışmışlardı.
1,5 yıl önce ayrılmışlardı.
fakat o cem'i unutamıyordu.
belki de unutmak istemiyordu.
düşünceler ile boğuşurken annesinin sesini ayrımsadı.
"ali, otobüs geldi."

nedir bu doyumsuzluk hali anlamıyorum...

deneme - yanılma