Thursday, January 29, 2009
başka bir günce
Saturday, January 24, 2009
Friday, January 23, 2009
ajda günleri
biraz garip olcak ama filmi izlediğimde juan antonio ve maria elena arasındaki ilişki aklıma şu şarkıyı getirdi:
dert bende derman sende, aşk bende ferman sende
öldüren güldüren, her gün ağlatan kalp sende
mevsimler gelip geçse de, aşk beni benden etse de
dünyada hayat bitse de, yine ölümsüz aşk bende
istemem ayrılık boynumu büksün,istemem aşkıma leke sürülsün
ben rüyamda bile yalnız seni sevdim, istemem baharda yaprak dökülsün
aşkın alevse hasretin bir kor, senin yokluğunu kalbime sor
dünyaya seninle gelmiş gibiyim, sensiz yaşamayı düşünmek çok zor
sev demem sevme demem, sen de benim gibi sev diyemem
ömrümün neşesini seninle buldum kaybedemem
nerelerdeydin sevgilim seni kader mi sakladı
yıllardır beklenen huzur şimdi beni kucakladı
Wednesday, January 21, 2009
Tuesday, January 20, 2009
histaminik
beta
Thursday, January 15, 2009
shout out louds
Wednesday, January 14, 2009
Tuesday, January 13, 2009
Monday, January 12, 2009
edip cansever
gördüm ben bu yaşam boyu iniltiyi
büyük bahçelerin küçük içinde
saksılardan birinde
gördüm de
uyurken uyandırılmış gibi
beni bir sardunya büyüttü belki.
o ben ki
bir kadında bir çocuk hayaleti mi
bir çocukta bir kadın hayaleti mi
yalnızca bir hayalet mi yoksa.
ne peki
yere dökülen bir un sessizliği mi
göğe bırakılmış bir balon sessizliği mi
işini bitirmiş bir org tamircisinin
tuşlardan birine dokunacakkenki
dikkati ve tedirginliği mi.
bekler mi beni
her yanı, ama her yanı çocuklar gibi gülümseyen
bir sürü yaz gününün içinde
acaba bekler mi beni
uykularım, o sonsuz uykularım
yanmış bir limonluktaki
- ve limonlar ki her gün bir yaprak ayininde
sesini hiç eksiltmeyen -
ama bilmez miyim ben
bilmez miyim hiç
böyle sığ hayallerle oyalanmak yerine
kısacık bir zaman olmalıydı elimde
turfanda meyve gibi bir zaman
yollar yollar kat eden tadı ve ekşiliği
geçerek erguvanların dönemecinden
leylakların dört yol ağzından
yapıştırıncaya dek beni dudaklarına
acının dudaklarına ve geçmişin
bir yaban gülü yaprağı gibi beni
ama ne gezer.
korkmuyorum artık solmaktan
solmaktan ve solgunluktan
gelmişim nerelerden böyle
kurumuş bir dere yatağı gibi
ya da pek kurumamış da
baygın, hasta ya da can çekişen
çırparaktan yüzgeçlerimi dip sularında
ya da yer tahtaları, muşamba, örtük perdelerin kasvetini
yorgun düşerek taşımaktan
ve ne çıkar ayırmasam kendimi
suların büyük içkilere kavuştuğu koylardan.
koylardan
kapsayan o sevimsiz, o küçük aşkları da
eskiyen turunçlar gibi ilk rengini pek aratmayan
ayırmasam kendimi
diyorum ayırmasam
köhnemiş bir geminin -izine pek rastlanılmayan-
içindeki bir yolcudan da, değerli taşlarla dolu cepleri
cepleri yüreği cepleri
ayırmasam da ben
kim görürdü o yolcuyu, yani kim fark ederdi beni
sıradan acılardır çünkü bütün ilgileri toplayan
oysa sıkıntıyı buruşuk bir iç çamaşırı gibi saklayan
bu kımıltısız gövde
görülmemiştir ki hiç görülsün şimdi
görülmediği gibi gündoğumundan havalanan kuşların
ya da bir oda kapısını açtığınız zaman
o müthiş öğle sıcağında
pencerenin önünde örgü ören birinin
- örgü mü, bir çay bardağını başka başka tutan ellerin becerikliliği mi-
görülmediği gibi
ama var mıydı sanki görülmek isteyen
var mıydı bir şeyler bekleyen yüreğimin eskittiklerinden."
yaşlı
Sunday, January 11, 2009
la dispute - amelie soundtrack
anyway, i've lost my face, my dignity, my look, everything is gone and i'm tired now.
but don't be scared, i found a good job and i go to work every day on my old bicycle you loved.
i am piling up some unread books under my bed and i really think i'll never read again.
no concentration, just a white disorder everywhere around me, you know i'm so tired now.
don't worry i often go to dinners and parties with some old friends who care for me, take me back home and stay.
monochrome floors, monochrome walls, only absence near me, nothing but silence around me.
monochrome flat, monochrome life, only absence near me, nothing but silence around me.
sometimes i search an event or something to remind me, but i've really got nothing in mind.
sometimes i open the windows and listen people walking in the down streets. there is a life out there.
but don't be scared, i found a good job and i go to work every day on my old bicycle you loved.
anyway, i can try anything it's the same circle that leads to nowhere and i'm tired now.
anyway, i've lost my face, my dignity, my look, everything is gone and i'm tired now.
don't worry i often go to dinners and parties with some old friends who care for me, take me back home and stay.
monochrome floors, monochrome walls, only absence near me, nothing but silence around me.
monochrome flat, monochrome life, only absence near me, nothing but silence around me."
adam
hayat akıp gidiyor ve olduğum noktadan memnunum. yaşamın filmlerdeki gibi toz pembe olmadığını bilecek kadar büyüdüm ama tesadüflerden, heyecanlardan, detaylardan oluştuğu fikrinden vazgeçmeyecek kadar da 17'imde hissediyorum. dün dolapları kurcaladım. sakladığım minicik detayları. çok iyi hissettirdi bu. anımsamadığım insanlar girmiş yaşamıma. onlar da beni hatırlamıyor olabilirler şimdi ama bir yerlerde kesişmiş yaşamlarımız. istiyorum ki bu kesişme hep sürsün. kendime şaşırıyorum bazen bu demet ben miyim diye?
"sevip de söyleyemediğim şarkılar var, bir dizesini asla hatırlayamadığım şiirler.
keşke, keşke o ben olsaydım dediğim hikâye kadınları.
düşlerim var.
uyandığımda yalnızca başını hatırladığım ve asla sonuna kadar görmeyi beceremediğim.
bir adam var düşümde, tam dokunacakken uyandırıldığım.
bir adam.
sonumuzun ne olacağını hiç öğrenemediğim.
düşümde bir adam var, benim mi bilemediğim.
bir adam var diyorum, düşünüp düşümden ayrı kaldığım."
...
sibel alaş-adam
Sunday, January 04, 2009
me and you and everyone we know
filmleri
beni anlatan
bir kere daha diyorum
aaa bu benim işte
unuttuğum beni hatırlatan
bilmediğim beni bana tanıtan
ancak bu kadar olabilir diyorum
rastlantılar güzel
nasıl becerdim bilmiyorum ama hastayım
sefil hissediyorum
tuvalet kağıdı ile dolanıyorum
diğer yandan çok iyi, daha umutlu
dibe vurduğum anda umutsuzluğum da kayboldu