Monday, January 12, 2009

edip cansever

"gördün mü hiç suyun yanmasını tuzda 
gördüm ben bu yaşam boyu iniltiyi 
büyük bahçelerin küçük içinde 
saksılardan birinde 
gördüm de 
uyurken uyandırılmış gibi 
beni bir sardunya büyüttü belki. 

o ben ki 
bir kadında bir çocuk hayaleti mi 
bir çocukta bir kadın hayaleti mi 
yalnızca bir hayalet mi yoksa. 

ne peki 
yere dökülen bir un sessizliği mi 
göğe bırakılmış bir balon sessizliği mi 
işini bitirmiş bir org tamircisinin 
tuşlardan birine dokunacakkenki 
dikkati ve tedirginliği mi. 

bekler mi beni 
her yanı, ama her yanı çocuklar gibi gülümseyen 
bir sürü yaz gününün içinde 
acaba bekler mi beni 
uykularım, o sonsuz uykularım 
yanmış bir limonluktaki 
- ve limonlar ki her gün bir yaprak ayininde 
sesini hiç eksiltmeyen - 
ama bilmez miyim ben 
bilmez miyim hiç 
böyle sığ hayallerle oyalanmak yerine 
kısacık bir zaman olmalıydı elimde 
turfanda meyve gibi bir zaman 
yollar yollar kat eden tadı ve ekşiliği 
geçerek erguvanların dönemecinden 
leylakların dört yol ağzından 
yapıştırıncaya dek beni dudaklarına 
acının dudaklarına ve geçmişin 
bir yaban gülü yaprağı gibi beni 
ama ne gezer. 

korkmuyorum artık solmaktan 
solmaktan ve solgunluktan 
gelmişim nerelerden böyle 
kurumuş bir dere yatağı gibi 
ya da pek kurumamış da 
baygın, hasta ya da can çekişen 
çırparaktan yüzgeçlerimi dip sularında 
ya da yer tahtaları, muşamba, örtük perdelerin kasvetini 
yorgun düşerek taşımaktan 
ve ne çıkar ayırmasam kendimi 
suların büyük içkilere kavuştuğu koylardan. 

koylardan 
kapsayan o sevimsiz, o küçük aşkları da 
eskiyen turunçlar gibi ilk rengini pek aratmayan 
ayırmasam kendimi 
diyorum ayırmasam 
köhnemiş bir geminin -izine pek rastlanılmayan- 
içindeki bir yolcudan da, değerli taşlarla dolu cepleri 
cepleri yüreği cepleri 
ayırmasam da ben 
kim görürdü o yolcuyu, yani kim fark ederdi beni 
sıradan acılardır çünkü bütün ilgileri toplayan 
oysa sıkıntıyı buruşuk bir iç çamaşırı gibi saklayan 
bu kımıltısız gövde 
görülmemiştir ki hiç görülsün şimdi 
görülmediği gibi gündoğumundan havalanan kuşların 
ya da bir oda kapısını açtığınız zaman 
o müthiş öğle sıcağında 
pencerenin önünde örgü ören birinin 
- örgü mü, bir çay bardağını başka başka tutan ellerin becerikliliği mi- 
görülmediği gibi 
ama var mıydı sanki görülmek isteyen 
var mıydı bir şeyler bekleyen yüreğimin eskittiklerinden." 

No comments: