Thursday, February 28, 2008

bahar yağmurları istiyorum

eskiden yağmur yağardı. günlerce, hiç durmadan, sicim gibi, incecik. hava hiç açmazdı ama yağmurun yağması da sıkmazdı. sanki yağmur hep yağacak, sonsuza kadar akacakmış gibi. usul usul, sessiz sessiz yağardı. sokaklar hep ıslak olurdu, minik gölcükler oluşurdu ama dereler akmazdı. yeryüzü suyu çekerdi, ağır ağır içerdi. saçak altından gidiverirdiniz gideceğiniz yere. her yer sakin, her yer sessiz, her yer gri, her yer durağan olurdu. yaşam, yağmura uyum sağlardı. şimdi yağmur yağmıyor. yağıp kaçıyor. sevmiyor yeryüzüne akmayı. sanırım ona yer kalmadı burada ve o, bize küstü artık.

Tuesday, February 26, 2008

parçalı bulutlu -nil.k

"kırılıyorsun bak hemen eriyorsun
şeklini ne bozuyorsun geçiyor bunlar
ıslak yanaklarına ne bakıyorsun
oynayınca biraz taşlar akıyor yaşlar
yakıyorlar yıkıyorlar kül oluyorlar
perde perde iniyorlar tül oluyorlar
kendini pek kaptırma şu yıldızlara
burcuna yükselenine hiç bakmıyorlar
sırlarını vermişsin hep aynalara
güzelmişsin, çirkinmişsin taç takmıyorlar
yakıyorlar yıkıyorlar kül oluyorlar
perde perde iniyorlar tül oluyorlar"

Friday, February 22, 2008

biglesanabana dansı

"ancak jean-sol yaklaşıyordu. caddede fil hortumundan çıkan sesler duyuluyordu, chick bulunduğu yerin penceresinden eğilip baktı. uzakta, jean-sol'ün silueti fil üstündeki zırhlı tahtırevanda ortaya çıkıyordu, altında filin kırışık ve pütürlü derisi de kırmızı fenerin ışığıyla bir garip görünüyordu. tahtırevanın her bir köşesinde keskin nişancılar baltaları almış hazır bulunuyorlardı. büyük adımlarla fil kendine kalabalık içinde yer açıyordu, ezilen gövdeler üstünde umarsızca tepinen dört ayak acımasızca ilerliyordu. kapının önünde, fil diz çöktü, keskin nişancılar indiler. zarif bir sıçrayışla partre ortalarına atladı, nişancılar baltaları savurarak yolu açıp kürsüye doğru yaklaştılar. polisler kapıyı kapattılar ve chick, önünde isis ve alise'i itekleyerek kürsüye çıkılan gizli koridora doğru koştu."

b.vian / günlerin köpüğü

Sunday, February 17, 2008

durdum

koşmaya başlamadan önce nefes almak için...

Sunday, February 10, 2008

folioscope

klasik bir demet cuma ertesi geçirdim. alkazar sineması ve istiklal kitabevi. melda'ya "balık da güzel, kedi de. bak charlie chaplin'lisi de var ama en güzeli mavi saçlı kızın kırmızı saçlı çocuğa öpücük yolladığı" diye mızmızlanırken, boris vian ve virgiana woolf'u çantama atıp eve doğru yola çıkmak üzereydim ki bir de baktım melda bana mavi saçlı kız ile kırmızı saçlı çocuğu almış :)

Saturday, February 09, 2008

tıklayın... sonra bir daha tıklayın...

once I wanted to be the greatest
no wind or waterfall could stop me
and then came the rush of the flood
the stars at night turned you to dust

melt me down
to big black armour
leave no trace
of grace
just in your honor

lower me down
that corporate slob
make a watch
for a space in town
for the lack of the dreds

of my bed I've been sleeping

lower me down
pin me in

secure the grounds

for the later parade

once I wanted to be the greatest

two fists of solid rock

when things I couldn't explain
any feelings

lower me down

pin me in

secure the grounds

for the lack of the drugs
my faith had been sleeping

for the later parade
once I wanted to be the greatest

no wind or water fall could stop me
and then came the rush of the flood

the stars at night turned you to dust

mmm la la...

la la la...

ola

pis pis gülmek

herkesin bilmediği bir şeyi bilmek.

her şey o kitabı okuduğumda bitti. ilk defa ondan ve diğerlerinden daha fazla yaşamı anlamış olduğumu farketmiş buldum kendimi. belki bu yüzden bu kadar yalnız, bu yüzden her şeyi bu kadar anlayan ve anlayamayan bir halim var. küçük bir kızken onların benden üstün olduklarını sanırdım. onlar aslında hep aynılar. sanırım yıllar bana yaramış. yaşamın beni henüz yarı yolda bırakmadığını, zamanın aleyhime çalıştığını düşünmeye başladım. artık yaşamaktan gerçek anlamda beklediğim tek bir beklentim olduğunu biliyorum. mantıklı düşündüğümde imkansız gibi görünse de iflah olmayan romantik yanım içimde bir umudu barındıyor. mantığım ve duygularım bir gün aynı yöne karışıp akabilecekler mi acaba?

yazmak için tutunduğum tek yol: kuralları bilmek ve onları yıkabilmek.

Thursday, February 07, 2008

"monday morning five nineteen"

okumadan önce player'ın dolmasını bekleyin lütfen. bu görsel karamsar olduğum fikrini oluşturabilir zihninizde. yok öyle bir şey aksine çok eğlenerek yazdığım bir post oldu bu. sanırım müziğin de etkisi var :)

demet yapman gereken bir sürü şey var. hadi kalk... düşünmeyi bırak. bir işe yaramıyor nasıl olsa. işleri listelesen bir işe yarayabilir belki. yok olmadı yeterince derinlik yok. olmayıversin canım o kadar derin. ne bu? bir çeşit "derinlik sarhoşluğu"nun verdiği hoşnutluk mu tek yaşamak istediğin? zaten derste anlatılan her şeyi de biliyorsun. e o zaman ne işin var burada? nasıl yani? olmam gereken başka bir yer mi var yoksa? yok yok... seviyorum istanbul'u. ona şüphe yok. ama fena mı olur dünya'nın merkezinde olsan? neresi ki orası? hayalindeki yerden bile haberin yok. ...??? gözlerini kapa ve 4'e kadar say. "one two three four tell me that you love me more..." yoksa okyanusun ortasında bir adacık mı? aa aa bu bir masal galiba. ve de sen görünmezsin sanırım. yok artık daha neler... bir bu eksikti. bir süper kahraman olabilir miyim acaba? e iyi de süper kahramanların yardıma ihtiyacı olmaz ki. her türlü sorunun üstesinden gelirler. ama doğruyu söylemek gerekirse tüm sorunlar da onları bulur. süper kahraman olmak zor iş sanırım. istifa ediyorum hemen. artık soru sormaktan vazgeçmelisin. el çırpıp sağa sola sallanmalısın. salıncaklar kadar eğlenmelisin. onlar da ıssızlaşıyorlar ama olsun. parkta seni denize uçuran salıncaklar gibi. ya da bir duvar üstünde yediğin dondurma gibi. renkleri çözerek başlamalısın. bol mor olsun, kavuniçi morun içine aksın, yeşiller etrafı dolaşsın, mavinin nefesi ile sarının pırıltısı seni sarsın, sepetine pembe pamuk helvalar ile kırmızı elma şekerleri doluşsun. gün yeniden başlamak üzere bitsin. herkese tatlı rüyalar...

Monday, February 04, 2008

pazar çekimi

itü taşkışla kampüsü

son kare

birilerinin yaşamında yer etmek.
her tanıdığının anılarında bir parçanın kalması.

geçip gitmek, durup kalmak.

ne garip, bazı insanların egolarını pohpohlamak gerekiyor.

sanırım yaşlıların bana özel bir sempatileri var.
düşünmek ya uyku düşmanı ya uyku dostu oluyor ruh halime göre.
bazı insanlar bana, bu zamana ait olmadığımı düşündürtüyorlar. izlenen bir başka film. tahmin ettiğim ile karşılaşmadım. daha farklı bir şey bekliyormuşum. ummadığım kadar romantik. biraz bölük pörçük. ingiliz olması iyi. özellikle yardımcı karakterler çok iyi.