Wednesday, January 31, 2007

cesaret

o cesur olduğumu söyledi. bu durum gururumu okşadı. ama ben daha çok, cesur değil de gözükara olduğumu düşünüyorum. bu durumun işime yaradığını söyleyemeyeceğim. çünkü düşünmeden taşınmadan hemen heveslenip ne gerekiyorsa hemen yapmak istiyorum. başıma olmadık işler de açmıyor değilim bu huyum yüzünden.

annem "arda ile senin odalarınızı mı değiştirsek?" dedi. ben dolaplarımı boşaltmaya, kitaplarımı indirmeye başlamışımdır bile. hatta arda'yı da aynı şekilde organize etmişimdir hatta biz iki odayı çok büyük eşyalar kalıncaya kadar altüst edip değiştirmişizdir. büyük eşyalara gücümüz yetse (ki son yıllarda onlara da yetiyordu) onları da taşırız. bu o kadar sıradan ve o kadar basit bir örnek ki...

olasılık varsa yapılmalı.
yapılması gerekiyorsa yapılmalı.
yapılmalı ki yeni olasılıklar doğsun.


özgür'ün benim için yazdığı yıllık yazısında şu anda hatırlayamadığım beni anlatan ve temennisini sunan bir anlatım vardı. ama özü, ataol behramoğlu'nun bir şiiriydi. aslında sevmem bu tip şiirleri, yine de...

insan balıklama dalmalı içine hayatın
bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına ...


işte yaşam bu :)

yazının ilham kaynağı ve "yapılması gerekenler yapılmalı" mottosunun sahibi ona ithaf edilmiştir. kendisi başka mottolara da sahiptir :)

Tuesday, January 30, 2007

ne olacak bu rahatlığın sonu?

sözcükler...

eskiden daha bir farklı yazardım. senaryo çalışmaları... şimdi okuyunca ne kadar garip geliyor. çoook... nasıl desem; bir arayış var yazılarda, bir öykünme beğenilmiş filmlere... özledim o şekilde yazı yazmayı. işimin yazı yazmak olmasını. gözümün önüne geleni bir bir anlatmayı, zihnimde düşünmeyi değil de, gözü açıkken rüya görebilmeyi... şimdi de görüyorum aslında o rüyaları ama yazmıyorum.

ne kadar da mutlu bakmışım fotoğraflarda...
çok uzaklarda bir deniz kenarı...
bir dizi filmden kareler...
bir adam ve bir kadın...
ayakları suda ama hava sıcak değil...
yürüyorlar...

su soğuk...

uzak araları...
dalga ve rüzgar sesi...
kasırga insanları...

iki kelime daha var kullanmayı sevdiğim: berrak ve pespaye

tarif

efendim bu yeni blogger ile ilgili şikayetlerim var. olumlu yanları da var tabi ama mühim olan şu an istediğim şeyin olmaması. her neyse...
şimdi size iki post adresi tarif edeceğim, üşenmeyin, açın bakın:
birinci postumuz: i'm juli.in july.temmuzda / güzel keyfiniz nasıl isterse...
sayfanın sağındaki üçüncü sekme - archive bölümü - september 2006 itina ile tıklanır. açılan eylül ayı sayfamızda yukarıdan ikinci post arzu edilirse tekrar okunur. post'un sonundaki player dinlenir. dinleyin.
ikinci postumuz: gogol bordello (daha çok seveceğinizi düşünüyorum)
sayfanın sağındaki üçüncü sekme - archive bölümü - (bu defa) november 2006 özenle tıklanır. açılan kasım ayı sayfamızda en sondaki post'a inilir. bu post'u okumasanız da olur, çok uzunmuş. post'un sonundaki player dinlenir. dinleyin.
vallahi çok güzel :)

Monday, January 29, 2007

yoruldum

odeo ile gün boyunca itişip kakışmaktan

alem bu insanlar yaaa...

C: güzel olmuş da ne bileyim değişik geldi işte.
D: hııı ben de alışamadım.

I: seni küçük göstermiş.
D: zaten küçük sanıyorlardı, iyice küçüldüm desene :)

E: ne güzeldi ama rapunzel gibi, sanki şimdi biraz hasta görünüyorsun.
D: gerçekten mi? makyaj yapmadım belki ondandır.

A: niye saçlarını kestirdin demet?
D: uzun zamandır istiyordum. bir cesaret geldi kestirdim işte.

F: demet, bi saniye gel bakiim buraya sen? ne yaptın saçlarına? (sanki ne olduğu anlaşılmıyor :)
D: e kestirdim.

G: bir kadın saçlarını kestiriyorsa ya bunalım belirtisidir ya da aşk alameti...
D: boşuna mı kestirdim şimdi ben bu saçları yani...

D: eee nasıl olmuş?
J: ben fikrimi sonra söyleyeceğim. alışmam lazım.

K: aaaa... hiç görmüyorum. (dokunarak) çok güzel olmuş.
D: saol da şöyle yapmasan kabarıyorlar. (sadece benim kişisel alanıma girmesine izin verdiğim nadir insanların dokunması hoşuma gider, onun dışında tilt olurum)
K: olsun öyle moda.
D: le havle... ve devamı her neyse işte ondan.

H: aaa çok güzel olmuş, değişik.
D: teşekkür ederim ben de sevdim.

L: ay inanmıyorum yaa çılgın...
D: evet aynı üniversiteye başladığımdaki kadar kısa.
L: hemen foto çekil yolla bana.
D: bi denk getirirsem çekilirim tamam.

Sunday, January 28, 2007

kar...

bütün mesele hayal kahvesi'ne gitmemiz nedeniyle sadece bende vuku buldu. sokağın karşısındaki bodyguard beni tanımak zorunda mıydı sanki? ya da ben ona yakalanmak zorunda mıydım? yine tanıdık bir geceydi. trombon çalan çocuk bile... arka sokak, otopark, karakol...
niye tek bacaklı kadın tarlabaşı'na yürüyordu gecenin o saatinde? ya da niye güven otel, adı gibi güvenli görünmüyordu? kanlı merdivenler ıslaktı. 80 yıl sonra hepimiz su olacaksak çalan eski şarkıda mutlu olmanın ne anlamı vardı?
kar başladı. istanbul'da karlı geçireceğim üçüncü kış ama çok uzaklarda kalmış bir tanıdık sanki kar. kar istiklal, kar tarlabaşı'ndaki trt otoparkı, kar meydan, kar siyah bir araba, kar istanbul, kar yüzüme dokunan bir el, kar hoşuma gitmese de sevdiğim...

Saturday, January 27, 2007

Friday, January 26, 2007

bugün yalnız bir gün...

dünün uğursuzluğu :( önce sevınilevıncı ile hoş olmayan bir diyalog yaşadım. sonra elime çay döküldü. halbuki ben dün akşam egemen'i göreceğim için çok mutluydum. gerçi yine güzel bir akşam geçirdik ama ne bileyim işte... kendisi bizi pek bir güldürdü. espri anlayışı belçika'da ilginç bir noktaya evrimleşmiş. bize "dark side of the men" ve "crazy side of the women" teorilerinden bahsetti. ikinciyi ben adlandırdım şimdi onun dün gece anlattıklarından. "nar" da, "pano" da sakindi. böylece bol bol laklak yapabildik.
yaaa millet blogger'a girdiğinizde size google hesabınızla girin diyecek. (tabi giren olursa benden başka :) username ve password etkisiz eleman anlayacağınız. bak severim ben bu "etkisiz eleman" olayını. neyse anlayan anladı.
hadi selametle...

Thursday, January 25, 2007

bazen...

yaşam o kadar zor geliyor ki bunu düşündüğüm için kendime kızıyorum.

Wednesday, January 24, 2007

olası galiba

bugün lodos vardı. ben sevdim. gerçi lodos biraz zorlayıcıdır. tekneleri batırır, çatıları uçurur, bacaları tıkar ama yine de iyi geldi bana. pelin beni akmerkez'e kadar bıraktı. sonrasında yürüdüm. her bir saç telim ayrı yönlerde uçuştu :)
daha umutluyum. çok sevdiğim iki insandan aynı tepki geldi benim umutsuzluğuma. "güçlü ve cesur olun. yeni aydınlar sizlersiniz." pek öyle hissetmiyorum ama inandığım insanlar bunları söyleyince daha olası geldi her şey.

kayıp

bugünlerde hep aynı şeyi yaşıyorum.
bakıp kalıyorum.
ölüm bende algılayamama durumu yaratıyor galiba.
düşünüyorum.
aldığım tüm ölüm haberlerinde bu oluyor.
susuyorum.
dalıyorum.
daha derine...
en derine...
dibine.

ben inandığım insanlardan birini daha kaybettim.
o insanlarla birlikte inancımı da kaybediyorum.
bunu biliyorum.

Tuesday, January 23, 2007

albüm

dün gece yattım. olmadı. kalktım. kolimi açıp kolinin içinde sandığım çizimleri aradım. ama sadece sanmışım. çıldıracağım. izmir'de bırakmışım. daha neleri izmir'de bıraktım. düşünmek bile istemiyorum. albümlere göz gezdirdim. aslında sevdiklerimden ve yaşanmışlıklarımdan uzakken sevmem albümlere bakmayı. ama dün gece baktım. bir daha asla göremeyeceğim kişileri hasretle öptüm. görebileceklerimi de... siz fotoğraf öper misiniz? ben öperim. dokunmak başka hiçbir hisse benzemez karşınızda sevdiğiniz biri varsa ve koklamak. ne zaman bir şeylerin farkına varıp herhangi birinden vazgeçtim acaba? ne zaman yaşadım ilk gerçek hayal kırıklığımı? daha derin bende bu hisler ve çok eski. kendimi bilmek ile ilişkilendireceğim. çocuktum muhtemelen ilk çatlak oluştuğunda. galiba...
bu arada dün gece nasıl bir pozisyonda yattısam (sanırım tepeüstü :) sol kolum felaket durumda. bir de sabah çok alakasız bir şekilde saçımı balık sırtı ördüm. ne alaka? şu alaka: hayatımda oyuncak bebeğimin üç tutam saçından başka bu modeli beceremeyen ben, sanki gece vahiy inmişcesine, sabah kalkar kalkmaz daha giyinmeden saçımı ördüm. allaaam neler oluyor. yoksa yoksa...
tamam sustum. geyik bir günümdeyim.

Monday, January 22, 2007

alıntı

bir kentin ruhunu gösterebilmek - ahu antmen / sanat eleştirisi

"susan sontag, "platon'un mağarasında" başlıklı makalesinde fotoğraf birirktirmenin, dünyayı biriktirmek olduğunu söyler...
...göz, hem sahip olduğumuz bir şey, hem de metaforik olarak "olduğumuz" bir şey. gördüğümüz kadar görmediğimizi, bildiğimiz kadar bilmediğimizi, sevdiğimiz kadar sevmediğimizi belirleyen şey. gözünü kapatırsın, görmezsin. istersen görmezlikten gelirsin. her fotoğraf kadrajı, gösterdiği görüntünün yansımasından öte, deklanşöre basanın neyi gördüğünün, dolayısıyla nasıl biri olduğunun yansımasıdır. yani bakış açısı, belirleyicidir..."

londra'yı seviyorum hem de çok...

niye?
işte: once seen

yeni eski

yeni bir yerdeyim. burası sakin. buradan yolladığım ilk post bu. pelin ile halimizden memnunuz. şimdilik. aslında buraya başka bir yerden alıntı yapacaktım ama cumadan beri, yaşanan olayı yeniden farkedip her seferinde algılama bozukluğu ve anlamlandıramama hali sendromu yaşıyorum. gözlerim uzak bir noktaya takılıp kalıyor. göğsüme bir yumruk oturuyor en ağırından. nefes almayı daha da derinden ve hissederek yaşıyorum. dudaklarım isyan bile edemiyor. birbirlerine yapışıp kalıyorlar. ellerimde kan, alnımda kara bir leke varmış gibi hissediyorum. sokağa çıkıyorum. insanlar da aynı. tıpkı benim gibi onlar da kirli. boşluğa takılıp kalmak hafifletiyor beni. gazetelerdeki haberlere bakamıyorum. televizyon zaten yok. ama takip ettiğim tüm bloglarda doğal olarak rastlıyorum. şöyle bir göz gezdiriyorum. olmuyor. buraya link vermek istemiyorum. vermeliyim ama istemiyorum işte. ne olacak sonra? çok sonra? ya da belki de yarın?

Sunday, January 21, 2007

ye-di-m

evet! yaptığım yemeklerden yedim de, iyi olmuş. yaparken tereddütlerim olur yemek konusunda. özellikle de düşüncelere dalmışsam, planladığım yemeği yapamam. yemek kendi yönünü kendi çizer. sen sadece bir araçsındır onu gerçekleştiren. ne yapsam? bir tane de yemek blogu mu açsam acaba? tabi ki hayır... ben tariflendirilmiş, belirlenmiş yemekler konusunda sıkıntılıyım. her şeyi harfi harfine yaparım, istediğim gibi olmaz. oysa özgür yemekleri yaparken hiç ölçü kullanmam gözümden başka ve pişirip taşırırken daha lezzetli bir şeyler çıkar ortaya kendiliğinden :)

ye-mek

hiçbir zaman "hayır"dan anlamayan bir çocuk olmadığımı söylüyor annem. ama benim başka bir huyum var. onu çok iyi biliyorum. bir şeyin yanlış olduğu söylense de, canımın yanacağı belirtilse de inatla; o her neyse yapmak için çabalıyorum. ancak kendim denersem gerçekten anlayacakmışım gibi. laftan anlamıyorum galiba. öyle değilsin diyorlar da, ben bir yerde bir şekilde çaktırmadan çelişiyorum kendimle. sanki bile bile duvara toslamak gibi. sonrasında canım yansa da, en azından denedim diyorum ve içim rahat oluyor. böylece yeni şeylere daha kolay başlıyorum. yoksa aklım takılıp kalıyor geride.

bunları niye anlatıyorum? çünkü bunları az önce mutfakta düşündüm.

bir hızla yataktan kalktım ve bir hışımla mutfağa girdim. yemek yapmaya başladım. hem de bu akşam evde pek yemek yiyecek birileri de yok. en azından şimdilik. önce şehriyeli pilav yaptım ama hızımı alamadım ve kuru sebzeli bir patates yemeği yaptım. insan yemek yaparken ya da ev işi, düşüncelerini serbest bırakıyor. eğer tüketici günündeysen ve bir şeylerden kurtulmaya çalışıyorsan temizlik fakat üretici bir günündeysen, düşüncelerine sahip çıkmaya çalışıyorsan, arkalarında duruyorsan yemek yapıyorsun.

işte şimdi anlamışsınızdır bu düşünceler ile birlikte patates yemeği ve pilavın nereden çıktığını.

Saturday, January 20, 2007

uyucam işte

ajanstaydım bugün. taşındık ya... işte öyle... sabah çıkarken sinema günümdeydim. ama ajanstan çıkınca olay yürüme günüme dönüştü. sonra manzara izleme günüme. sonra balık ekmek yeme günüme. sonra boş boş dolaşma günüme. sonra bir şekilde tekrar sinema günüme geri dönüverdim :) bir de; hangi filme gittim, hangi filmi izledim... öyküsü uzun... bakalım bir ara artık...

1:59

nasıl anlatacağım, nereden başlayacağım.
bu akşam yanımda olanlar üzerine alınmasın ama evrim'i istedim yanımda. izmir'deymişim gibi. kaos'taymışım gibi. çok küçükmüşüm gibi.
geçen salı ne oldu? düşünüyorum. hiçbir şey. sadece daha özgür hissetmiştim ama özgür değilmişim...

Friday, January 19, 2007

farklı sabahlar

düşündüm böyle istanbul'a uyandığım sabahları yazıp durmuşum. o zaman buraya önceden yazılmış bir post daha girmek gerekir:
"dün gece hiç bilmediğim bir evde kaldım. ev, sahibine yabancıydı daha. bana daha da yabancı. ev; kahve gibi acı, çikolata gibi tatlıydı. eski ve yeni. hem kış, hem yaz. ev; sahibine alışmaya çalışıyordu, sahibi ise ona ait olmaya. bana, gümüşsuyu'nda daha önce kaldığım başka bir evi hatırlattı. gece ilk uykumu alınca uyandım. huzursuzca döndüm durdum yatakta. günlük şeyler düşündüm. zaman geçti ve gecenin sesleri etrafımı sardı. martılar, buzdolabı, saat ve ev sahibinin nefes alış verişleri... sonra sabah ezanı okundu, ardından esnafın biri dükkanının kepenklerini açtı. sıcak oldu. gün ağardı. ev sahibi gözlerini açmakta zorlandı ama sonunda uyandı. gecenin başı için dipnot: bazen tanımadığın birilerinin yanında olmak daha iyi. daha rahat olabiliyorsun. belki bir daha asla göremeyeceğin birilerinin yanında."

başka

istanbul'da başka bir sabah, başka bir ev... bu defa ev sahibi çok ilgili biri. güne kahvaltı hazırlıklarının sesleri ve kokuları ile uyanmak. yatakta gerinmek. yattığın yerden dün gece bambaşka görünen evi incelemek. tavanı, duvarlardaki resimleri, sehpanın üzerindeki karışıklığı, amerikan mutfakta kahvaltı hazırlayan ev sahibini... yukarıda bir ev. cadde işlek. eski bir ermeni apartmanı. bir sürü kapısı olan. küçücük. iki apartmanın, iki katın arasına sıkışmış bir daire. geç kalmamak için acele ile hazırlanmak. iki kişi olsak da minicik banyoda yaşanan trafik :) veee ağır apartman kapısından geçip her şeyi geride bırakıp güne başlamak...

Thursday, January 18, 2007

emesen

var ya; msn'i açtığında, online listende, konuşmayacak olsan bile sevdiğin birilerini görmek çok güzel. engellemiş olduklarını görmek üzücü ya da belki de benim listemde tek bir kişi o durumda olduğu içindir.

evet ve hayır

güzel bir hafta. hızlı başladı, sağlam gidiyor. hala ortalarda o cin sırıtışla dolaşıyorum kimselere görünmeden. salıdan beri bu ifade benliğime iyice yerleşti. ajans biraz karışık. hem işler bakımından (ajans içi ve dışı) hem de bu haftasonu taşınıyoruz. her ne kadar ajans içi bir sirkülasyon olacaksa da yine de ortalık karışmış durumda. üst kat hem iyi hem kötü. gerçi tedbil-i mekanda ferahlık vardır sözüne çok inanırım ve yaşamımdaki mekan değişiklikleri hep güzellikle sonuçlanmıştır ama yine de tereddütlerim var. her yeni başlangıçta olduğu gibi. dün bir focus gruba katıldım. bu defa ben izliyordum insanları. (bir önceki deneyimimde ben izleniyordum aslında orada izleyen yoktu bir çeşit fikir edinme de denebilir. smirnoff'un yılbaşı market paketleri nasıl olsundu? soru. e bir şeyler anlattım ki bana bir şişe smirnoff verdiler) ama şunu farkettim. kadınlar akşamın o saatinde bile full performans konuşabiliyorlar :)

Tuesday, January 16, 2007

yaaaaaaaa

bu blogger yine benim sözümü dinlemiyor. aşağıdaki post için ben "trebuchet" diyorum, o "verdana"da direniyor. manyak mı ne?

yağmur

dayanmak zormuş meğer sonu belli oyunlara reddetmeye gücün yoksa eğer oysa ki özgürlüğü seçmek başka vücutlar sevmek bir şehri tam kalbinden beyninden vurup gitmek var aklımda bir yağmur çok uzaklardan çağırıyor gelirsen severim diyor. her maske bir şey söyler nefretler sevgiler bırak artık sevmiyorsan eğer oysa ki özgürlüğü seçmek başka vücutlar sevmek bir şehri tam kalbinden beyninden vurup gitmek var aklımda bir yağmur çok uzaklardan çağırıyor gelirsen, severim diyor.

işte teoman'ın özeti bu. beni en harekete geçiren şarkısı. daha çok sevdiklerim vardır ve o gece onları da söylemiştir ama ben bunu hatırlıyorum net olarak. ekstradan "break on through" söyleyip beni mest etti zaten.
teoman'ı "papatya" ile tanımıştım, sonra "o" geldi albüm olarak. konserine gittiğimi hatırlıyorum fuar açıkhava'da evrim ile. gerçek anlamda ilk konserimdi. 18 bile değildik. sonra çeşme açıkhava'da da dinlemiştim. sırf konsere yetişmek için bodrum'dan erken ayrılmıştım. sonra "onyedi"yi çıkardı ve sihir bitti. çok severim eski şarkılarını, yenilerden de var tek tük. genelde, bir şarkıda sözlerden önce gelir müzik benim için ama o'nun şarkılarının sözlerini de severim. sanırım sihrin bitme nedeni müziklerin vasatlaşmasıydı, sözlerin değil.
bir de bir duman dinleyicisi olarak (yalnız kendimi bir tanımlayamadım; fan'ı, hayranı, takipçisi, delisi... ne diyeceğimi şaşırdım) onları ilk kez 9 eylül'de dinlediğimde hayal kırıklığına uğramıştım. hem onlar çok çaylaktı, hem de organizasyon. fakat mojo ve "rock and rock" performanslarından sonra ben de duman olayı koptu. iyi sahne ve iyi iletişim. hele konserlerin sonunda "çook sağooluun arkadaşlaar" diyen kaan'ın sesi her şeye bedel. her neyse abartmayayım, kendime geleyim. klavyemdeki salyalarımı sileyim.
e tabi başka biri daha var ki,
sormayın gitsin. sahnesi ve performansı ile bana hep süper denk gelen şebnem ferah. bahar şenliklerinde hatırlıyorum kendisini sanki. aradakilerden pek emin değilim ama son olarak, son 2 "rock and rock"ta dinledim kendisini. iyi performans, iyi iletişim burada da ön planda. aslında ben de şebnem'in ilk iki kasedi var. vazgeçmiştim bir ara o'ndan ama iyi toparladı bendeki imajını.

bu sabah istiklal çok güzeldi. reklamcılık vakfı'na gittim sabah. ilk oturum ikinciye göre daha interaktifti. kalktım, brief sundum. tabi bunu yapmam da başka tetikleyiciler de vardı :) her neyse iş saatinde iş dışında olmanın verdiği kuş tüyü hafiflik de cabası. ancak bu tip eğitimlerde yalnız olmayı ve tanımadığım insanları tercih ederim. eh ne yapalım bu seferlik böyle olsun.

Monday, January 15, 2007

yine haftabaşı

gelirken manzaradan baktım da karşısı yine sisten görünmüyor. ama bu defa ben karşıda ne işler döndüğünü gerçekten merak ediyorum. güneş de bu sabah beni yormadı. ama artık bulutların arkasına daha sık saklansa mutlu olacağım. ben çoğu haftasonu olduğu gibi yine çok yorgunum ama uykumu fazlasıyla aldım. cumartesi sakindi. aylin aslım ve teoman konserine kadar. (teoman ile ilgili başka bir ara yazarım) yine sabah 4 ve asıl kabus kısmı şuydu: sabah 7.45. yataktan kalkmadan ulaş'ı aradım. "niye" dedim. "12.00 de işe gitcem" dedi. telefonu kapatmadan daha bir şeyler geveledim ama mesajı almıştım ve kalkabilmeye çabalarken beynimi yorduğum için neler dediğimi hatırlamıyorum. küfretmemişim ama. onu öğrendim gerekli kişilerden. 8.40'ta köprülü kavşak'taydım. insan bir şekilde istemediği bir anda güne erken başlarken çok b.ktan hissedebiliyor ama sonrasında "ne güzel tüm gün bana kaldı" diye de dengesiz bir tavır sergileyebiliyor. çok güzel bir kahvaltı yaptık çengelköy'de :) geri karşıya geçtiğimizde biz arzu ile güne devam ettik. hisar-bebek yürüyüşü ve ab'bas. sonra taksim. ben yasemin ve berna ile buluşacaktım çünkü. ama bebek-taksim yolu beni bitirdi. sonra yasemin ile buluştuk. tezgah'ta sakin sakin sohbet ettik ya da ben ettim diyebilirim. ben etmeseydim, kesin uyurdum çünkü. berna gelemedi midesini bozmuş. aradım daha iyiydi. sonra eve döndüm. salak saçma ortalarda dolandım. mutlu son: yatağım ve uyku.

Saturday, January 13, 2007

soru-yanıt

soru: niye profilimde kendim hakkımda bilgi vermiyormuşum?
yanıt: daha az kişiye ulaşmak için.

rüyalar gerçek olur mu?

olmasın. ya kötü bir rüyaysa, değil mi ama? yaşam çok kısa ve güzel. bu beni hep korkutmuştur ve korkutuyor. şarap iyi, burada daha iyi. burası neresi mi? ne önemi var. ve yine bambaşka bir yaşam, başka askerlik anıları. ama bu anılar farklı. bir de nedense ya kopacak ya da bağlanacak o şeridi koparırdım herhalde. bitişi ben kendi gözlerimle gördüm, başka kimse görmedi.

Friday, January 12, 2007

yaşasın müziiik...

dansetmeyi seviyoruuum :)
komik figürlere bayılıyorum.
yerimde duramıyorum.

ve işteee başardım.
aşağıda gördüğünüz çizim, benim oturduğum yerden gördüklerim.
ben çizdim, beeen... :)
bir de ben bugün pek bir dağınığım, saçlarım karışık, kendim karışık... :)
çok sevi
yorum bu dökük hissi...

:(

herkes yemeğe gitti.
kendimi çok yalnız hissettim...

Thursday, January 11, 2007

izlemiş miydiniz?


dinlemediyseniz...

yalın

yalın sözcüğünü seviyorum. vasat için hissetiklerimi, onun için de hissediyorum. veee duman duman duman diyorum. dinliyorum, özlüyorum, seviyorum...
acımasız biriyim ben galiba.

msn ilk üç

1. özlem
2. evrim
3. bella

baktım, baktım iyi kötü herkesin fotosu var blogda ama özlem hanım'ın yok. düşündüm veee...

günaydın günaydın...

...
haydi kalk uyaaan

gel katıl bize, gir aramıza
bir fırça, bir macun
tam iki dakika...
sabah, öğlen, akşam
her yemekten sonra
aşağı yukarı, yukarı aşağı

bugünkü linkiniz hani sis var ya...

sisss...

yüksekteyim. hem de çok. uzun zaman olmuş gelmeyeli. yemek sonrası iyi geldi. haliç, galata sislerin içinden dahi orada olduklarını hissettiriyorlar. çatılar boş. şeytanlığım üzerimde. pabucunu ters giydirecek kadar mı bilemiyorum ama. yeni yeni geliyorum kendime. insanların ne kadar da zor yaşamları olmuş. ne kadar...

(istanbul'un çatıları ile ilgili de bir şeyler var aklımda tıpkı uyku gibi)

bu arada özgür hala istanbul'da. sisss...

Wednesday, January 10, 2007

3. dakika 11. saniye

size adlı post'ta geçen şarkılar için herhangi bir yorum gelmedi. 2 kişi fikir beyan etti bulamadıkları yönünde. bu da şifreli bir post olsun o zaman.

her ve şey

her şeyi çok yakından takip ediyorum aslında.
ama hiçbir şey bilmiyormuş gibi davranıyorum.
kendimi dizginlemekten nefret ediyorum.

Monday, January 08, 2007

seçenek

alternatif yaşam tarzlarına karşı değiliz, gözümüze batmadığı sürece. o zaman gözümüze batıversin. önemli olan samimi olmak, değil mi ama?

bir şeyler araştırın

searchmash'i sevdim. sanırım kategorize etme huyum yüzünden. snap'i zaten biliyordum. çok takdir ediyorum. pagebull da denemeye değer. yok yok asıl bomba bu. uzun süredir ofiste bununla güne başlayıp günü yine bununla bitiriyorum.

sürpriz :D

haftasonunun sürprizi özgür oldu :) portekiz uçağına binememiş arkadaşım. ama nedeni "havada aşk var" filmindeki adamın uçak korkusu gibi bir durum değil. asıl neden lizbon uçağının kaçması. evet uçak özgür'ü almadan resmen kaçmış. ne diyelim ankara-istanbul arası rötar tüm sorumlu. ama iyi oldu. biz de kızımızı gitmeden göremedik diyorduk. zaten bu aralar "sweet home pansiyon" full çekiyor. geçen hafta da ece bizdeydi. moskova'ya gitmeden kaldı. artık kendisi evli bir kadın. ne zamandır diyeceğim de bir türlü fırsatım olmadı. ben florian'ı birazcık radek'e benzetiyorum. yaşam tarzları (özellikle spor düşkünlükleri) ve sarışın tipleri (birinin çek, birinin de alman olması)
her neyse; dün özgürle tüm gün tembellik yaptık. bella bize şefkat gösterdi. yatağına aldı. koyun koyuna anımızı (o anı yaşamak anlamında okuyunuz) yaşadık. çünkü herkes ayrı telden çalıyordu. ben coğrafya aşkım ve gerekli gereksiz serbest çağrışımlı; görünen avrupa, görünmeyen dünya haritası ile bağıntılandırılmış bölük pörçük tarih bilgisi destekli hülyalarıma daldım gittim bellanın kolunda. bıdı bıdı konuşup küçük bir çocuk gibi sorular sordum boşluğa. sağolsun bellacım yanıtladı benim saçma sorularımı ve beni anlamsız bir monolog halinden, zırvalayan bir diyalog konumuna çekti. özgür sanırım hala kendisinden kaçan uçakla ilgili düşünceler içindeydi. fazla düşünmekten beyni durdu sonunda. ama gece gece suat ile konuştuğunda az da olsa rahatladı.
tembellik yapmamın asıl nedeni, cumartesiyi verimli geçireceğim diye kendimi helak etmem oldu. çarşı senin, pazar benim alışveriş; meldoş ile mutfak temizliğimiz; çamaşırdı bulaşıktı derken akşam oluverdi. sonrasında alelacele hazırlanıp gökçe'nin doğumgününe yetiştim arzu ile. oradan çıktığımda ise kızlarla balans'ta buldum kendimi. uzun zamandır görmediğim bir arkadaş ile denk geldik denebilir. ve onun tanımadığım arkadaşları. chantage diye bir grup vardı. iyi vakit geçirdik. iyi çaldılar. ama grubun dördünden ikisi klavyedeydi. biri vokal. biri bas çalıyordu. bu nasıl grup yaaa. bütün işi makinalar yaptı. sonrasında baktık eğleniyoruz, sonuna kadar dediler. ilk defa ben demedim yani :) ne mutluluk... sonra sabah uyuyunca, pazar da felç oldu anlayacağınız.

Saturday, January 06, 2007

size (ingilizce okuyunuz)

herkesin anlatacakları var ama dinleyen az. bir karar meleğim (karar vermeme yardımcı olan anlamında) var, hayatımdan çıkması gereken ama sabitlendi gitmiyor. ben bunları kimseye anlatmadım... aynalar var sır'ı çıkmış. kimsenin göremediği. herkesin içinden geçtiği. seni saran ama kendini bilemediğin. aktığın. kayıp gittiğin. hissetmenin yarısı ne ki? az ya da çok. boşver gitsin; de nereye gider... algıda seçicilikten nefret ediyorum. istemediğin zamanlarda yaşamı zorlaştırıyor. gün aysın üzerinize, aysın ki siz de görün gördüklerimi.
insanlara hayal kırıklığı yaşatmayı seviyorum. gereksiz ayrıntılarla muhatab olmayı ise sevmiyorum. başkaları için önemli olmasa da önemliymiş gibi davranılan ve bana yansıtılan. ama ben bir karadeliğim önemsizleri yutan.

* yazının içindeki şarkılar, o şarkıları farkedenlerin olsun. farkedenlerin içinde yaşamını -mış gibi yaşayanlar varsa (kendilerini bilirler nasıl olsa), onlar şarkıları boşuna dinlemesin.

sizi seviyorum...

açık açık yazmaya cesaretim yoktu. bu kadar oldu.

Friday, January 05, 2007

nokta

sabah sabah dilime dolandı ama nasıl oldu bilmiyorum. çünkü çoook eski bir şarkı. daha ortaokuldaydım. zihnim nasıl çekip çıkardı sabah otobüsümde bu şarkıyı anlamadım. zaten o kaset, yani "deli kızın türküsü" sezen'in ilk aldığım kasediydi ve bence sezen'in o güne kadar olan klasik tarzından çok farklı ve ayrı bir yerdeydi. sanırım uzay'ın da son sezen kasediydi :(

ben beni bilirim gel gör anlatamam
gir bak içerde hem bahar hem güz
dünya malında komşu bağında
billa gözüm yok dururum dümdüz

Thursday, January 04, 2007

pek bir tanıdık...

çocukluğumdan...

eveeet

işte geri döndüm. yaşam tıpkı eski hollywood filmlerindeki şarkılara benziyor bu aralar. çok parlak değildi bu kısa gezi. en güzel tarafı "cihan ve ömer'i uzun bir aradan sonra tekrar görmekti ve emre ile bir arada" diyebilirim. kerem ile tanışmak da iyi geldi. kerem, emre ile ömer'in kardeşleri. çok kısa sürdü dedim ya bu gezi, pek çok şeyi yapamadım, yapabileceğim. bu sabah geldim ve şu anda yapmak istediğim tek şey, eve gitmek, duşa girmek ve deliksiz bir uyku uyumak. iyi ki yaşam böyle bir şey :)

bu arada yazamadım bloguma, maillerimden uzak kaldım, buralarda internet yok diyordum izmir'deyken. şöyle bir baktım da takip ettiklerime, herkes bu tatili tembellik yaparak geçirmiş. içim rahatladı anlayacağınız :)

söz; uykumu alayım, daha güzel yazacağım.