Friday, September 29, 2006

i'm juli.in july.temmuzda / güzel keyfiniz nasıl isterse...

sabah ajansa geldim ve güne "i'm juli"nin son sahnesinin film müziğini dinleyerek başladım. süper enerjik bir müzik. parça bir şekilde laptop'a girmiş ama parça ile ilgili hiçbir bilgim yok (kim söyler? şarkının adı nedir?.. şöyle küçük bir araştırma yaptım ama çok tatmin edici bir bilgiye ulaşamadım, parça mp3 olmadığı için buraya da ekleyemedim) şimdi izlemeyen varsa diye ben son sahneden de bahsedemeyeceğim parçanın geçtiği. e o zaman ben bu yazıyı niye yazdım? şunun için yazdım, "i'm juli" izleyesim geldi. film analizi dersi için her sahnesini defalarca izlemiştim ama birden bu haftasonu izlemek için vakit ayırmaya karar verdim. efendim ben filmdeki çok sevdiğim oyuncuların adlarını da burada zikretmeden geçmek istemiyorum. hepimizin pek bir sevip beğendiği: isa rolündeki mehmet kurtuluş, luna rolündeki branka katic, juli rolündeki christiane paul ve tabi ki club doyen'deki birol ünel. diğer oyuncular da çok başarılı ancak benim için bu 4 oyuncunun yerleri bir ayrı.

daniel için hamburg limanı'nda melek tarafından söylenen şarkı: (noktalı satırı hatırlayamadım)

güneşim ayım sana ışık olsun
sıcak ruhum yolun açık olsun
okşarım tenini rüzgarlarımla
...
ah o gözlerin arasın beni izlesin peşime düşsün
ah o dudakların öpsün gelsin bulsun ve yaksın beni

düşündüm de bu post'a vedamı, luna'nın filme veda sahnesi ile bitirmek çok güzel olacak.

son olarak 27 eylül çarşamba tarihli ve "liste deyince..." başlıklı post'un sonunda size sarılmıştım ya, şimdi şu linki -freehugs- açın ve aklınıza bugüne kadar gerçekleştirdiğimiz tüm sarılmalarımızı getirin.

yağmur yağıyooor...

seller akıyooor,
arap kızııııııııııı
camdan bakıyooor.

yağmur yağıyor ama nereye?

şehre önce; çatılara, sokaklara, ağaçlara, insanlara, köprülere, renklere, denize, arabalara, yazılara, saçlara, şemsiyelere, kedilere, düşüncelere, camlara, uçaklara, yapraklara, gökdelenlere, dallara, boğaza, bulutlara, direklere, duygulara, kuşlara, kaçanlara, kişiliklere, aşıklara, ıslanmak isteyenlere, sezgilere, uçurtmalara, tellere, ilan panolarına, duraklara, sinema afişlerine, saraylara, viyadüklere, antenlere...

acaba yıldızlara da yağmur yağar mı?
ya da güneşe yağsa ne olur?

Thursday, September 28, 2006

halimiz duman

doksanlı yılların başlarında müzik yaşantılarına başlayan grup elemanlarından kaan tangöze öğrenim görmek amacı ile gittiği seattle’da müzik yaşamına devam etti ve oradayken türkiye’de çıkarmak istediği albüm için parçalarını hazırladı. türkiye’de bulunan grubu "mad madame" ile seattle ve los angeles’da yayınlanan toplama albümlerde yer aldı.
türkiye’ye döndüğünde "blue blues band" ile beraber çalışan batuhan mutlugil’i; ari barokas ile beraber çaldıkları "mad madame" grubuna dahil ederek "duman" isminde şimdiki gruplarını kurdular. genel olarak davulcu sorunu yaşayan grup birçok isimle beraber çalıştı ama çoğunlukla albüm ve konserlerinde türkiye’nin en başarılı isimlerinden alen konakoğlu kendilerine eşlik etti. özellikle “belki alışman lazım” isimli albümden sonra alen konakoğlu grubun 4. ismi oldu.


tüm bu açıklamalardan sonra da sizlere duman top 5'imi açıklıyorum:

5. haberin yok ölüyorum
4. manası yok
3. bal
2. ah
1. senin gibi

iyi kiii...

iyiki küçük şeyler var
iyiki iletişim
iyiki arda var
iyiki yaşamışım
iyiki eylül akşam(lar) ı var
iyiki istanbul'a gelmişim
iyiki aşık olabiliyorum
iyiki annem, benim annem
iyiki renkler
iyiki vazgeçmişim
iyiki vazgeçmemişim
iyiki harry potter okuyabiliyorum
iyiki izmir'de doğmuşum
iyiki siz varsınız
iyiki deniz ve gökyüzü mavi
iyiki dansediyorum
iyiki sıradan bir şey karşısında bile heyecanlanabiliyorum
iyiki bir oda arkadaşım var
iyiki kitapların kokusu
iyiki dokunmak
iyiki doğmuşum








                                                            

işte bunu yaşamayı seviyorum

açıyorum bilgisayarımı sabah sabah, bir de bakıyorum "şehrin konukları"nda yeni post var. açıyorum hem de 4 tane. gerçi olcay demiş teknik bir aksaklıkla aynı postu 2 kez yolladım diye ama ben fazladan post'u sildim, sayfada fazladan 1 post'a yer açılsın diye. (bak burada da bir kafiye yarattım, cümleyi başından hızlıca okuyunuz-bu aralar felaket geyik dönemimdeyim, beni affedin. ama zaten ben bu blogu niye kurdum zannediyorsunuz :) her neyse diyordum ki; hem de bakıyorum böyle arkadaşım üşenmemiş bir de döktürmüş de döktürmüş. e ben ne diyeyim ona. seviyorum kendisini. ama böyle koklatıyorsun devamını da bekleme hakkımız doğuyor haberin olsun. söz en kısa zamanda o postun altında vega olacak.

Wednesday, September 27, 2006

liste deyince...

aklıma geldi evrimcim! hani bizim yaptığımız bir liste vardı. sanırım hala izmirdeki evde kutularımın arasında duruyordur. neler vardı o listede? bir şarkı vardı "grup vitamin"in falan mıydı? senin kuzen burak ile bir ilgisi var mıydı? haaa vasiyetname gibi bir şeydi, erkeklere ithafen mi yazılmıştı o? sonra da uzamıştı iyice, ayda yılda bir çıkarıp okuyup bolca gülüp sonra da yeni eklemeler yapıyorduk. yaa ne olacak benim bu balıklığım? bir de elma yeme geyiği vardı galiba? ya biz manyakmış mıyız sorması ayıp? bu arada olcay işe başladı ya, internet erişimi çok düşükmüş iş yerinde. her şey sınırlıymış. iyice koptu yani anlayacağınız. olsun ben burdayım, hepinize yeterim. ne yapıyorum derseniz, karıştırmaya devam... sarılıyorum çok her birinize

Tuesday, September 26, 2006

"kadınların eline verilmemesi gereken şeyler" miş? siz yoksunuz ya ben de liste ile yazışırım

1-Direksiyon ( çarpışan arabalar dahil) abartmaya gerek yok ama haksız da sayılmaz2-Kredi kartı - ne alaka diyemeyeceğim m&s'de çalışırken bunlardan çok gördüm
3-Televizyon kumandası - bize göre de erkekler için geçerli
4-Rüya tabirleri kitabı - komik olabilir ama5-Şirket hisselerinin %51'i - bunu da erkekler düşünsün6-Harita (hedeften daha fazla uzaklaşmak istemiyorsanız) - bana haksızlık ediyor ama bu liste
7-Üçüncü kadeh - halt etmiş8-Buz kıracağı - tehlikeli olabilir tabi
9-İngiliz anahtarı - hiçbir fikrim yok
10-Başbakanlık koltuğu - insanına göre değişir diyeceğim ama tek kadın başbakanı da gördük. yok yok insanına göre değişir de kararlıyım, diğer başbakanları da gördük ne de olsa
11-Koz - her zaman lazım12-Telefon - bu konuda sesim çıkmaz, tanıdığım çok sağlam örnekler mevcut13-Pusula (kılavuzu karga olanın...) evet evet benim yön duygularımı küçümsüyor ama hata ediyor bu liste
14-Kalem - kağıdımın partneri, onlarsız olmaz15-İnsiyatif - kadınına göre değişir16-Hesap makinesi (kullanacaklarını pek sanmıyoruz) - ya buna yorum bulamadım17-Uçurtma (ya tele takarlar ya yere çakarlar) niyemiş ben yapabilirim. yani. ııı sanırım
18-Ayna - vazgeçemeyeceğim şeylerden biri. ayna ayna, söyle bana... hi ho ha19-Nargile ("Tankut bunu üflüyo muydum, yoksa çekiyo muydum" ?!!?!) tankut da kim :)20-Pipo - sevdiğim birini hatırlatıyor kokusu21-Ahmet Altan kitapları - neyse ki hiç ilgimi çekmedi
22-Kelepçe - o kadar da diil artık23-Kırbaç - dikkatli olmak da fayda var sanırım24-Çekirdek ? niye ki ? e tamam anlamadım ne gülüyorsunuz?25-Bilardo ıstakası - denemek istiyoruuum, kim öğretecek bakalım?26-Fala hazır kahve fincanı - ama çok eğlenceli, hele de olcay bakınca
27-Olta (allah muhafaza) - haklı olabilir, hep aklıma "ah mary vah mary" geliyor bu konu açılınca28-Zeka sorusu (hem cevabı bulamazlar hem de bulcam diye inat ederler) bööö!!!29-Eski sevgiliyle çekilmiş resimler :( ayrılır ayrılmaz yok edilmeleri taraftarıyım
30-Brad Pitt posteri :) istiyorum istiyorum istiyorum

neredesiniiiz... :(

Sunday, September 24, 2006

yaşanan çok şey var ama yazacak hiçbir şey yok...

yine de pazar sabahı pazar sabahı bu yazma dürtüsü oturttu beni ekranın başına. eski postlara bir göz gezdirdim de; 14 eylül tarihli "to do list 2" yazımdaki maddelerden ikisi net bir şekilde gerçekleşti (cep telefonu ve düğün) 1 tanesi mantık olarak gerçekleşti (cep telefonumdaki fotoları bilgisayara aktardım-yardımcı olan arkadaşa teşekkürü bir borç bilirim) 1 tanesi ise her cuma ve pazartesi ofiste benimle (status raporları) onlardan kurtuluş yok zaten ama kabul ettiğimden beri bu fikri, canımı daha az sıkıyorlar. yapılması gereken 3 madde kaldı, çünkü iki madde (kedi ve film çok uzak bir geleceği ifade ediyorlar) son madde ise bir tahminden ibaretti. kamuoyuna duyurulur: can'a yeni telefon alınmıştır (ve yine anlayan anladı demek istiyorum uzun uzun anlatmamak için) dün mayışık bir gündü. ve tam çıkmaya karar verdiğimizde sağanak yağmaya başladı. biz de yağmurun dinmesini bekledik ve öyle çıktık. sonrası; taksime gidinceye kadar güzel, taksime varınca üzücü bir geceydi. ama şimdi daha iyiyim :) sanırım. ve sırf yapmam gereken işten ötürü, güzel bir tiyatro davetini kaçırmış olmam da cabası. umarım bella size anlatacak bu farklı deneyimini. gerçi interaktif tiyatro ile ilgili çok fazla haber takip etmiştim ve kaçırdığım için pişman da değilim ama yine de daha farklı bir gece olabilirdi. çünkü bir cumartesi gecesi istiklal'de bir basamağa oturup gelene geçene sulu gözlerle bakmak rahatlatıcı ama yine de çok tercihim olmayan bir durumdu. son olarak "yine olsa yine yaparım"

Thursday, September 21, 2006

önce yazının altındaki player'ı açın, sonra yavaş yavaş okuyun yazımı

güzel bir gün. sabah daha iyi kalktım, sanırım iyileşmeye başladım :) camdan sokağa baktım. hava berraktı. güneş ışıldıyordu. yağmur yağmış dün gece. dallarda yapraklarda damlacıklar vardı. sanki başka bir dünyadaymışım gibi geldi. hani bazı filmlerde olur ya tek bir sıkıntının bile olmadığı yerler; ama sonra gün içinde olaylar boka sarar, insanlık için büyük bir tehlike oluşur. işte o günlerin sabahları kadar güzel bir sabahtı. sonra yağmur yağdı öğleden önce. koşa koşa ajansın bahçesindeki çardağın altına gittim. hasta olduğum için yağmurun altında durmadım ama ellerimi uzattım, çocukken camdan uzattığım gibi çığlık çığlığa :) deli gibi doldurdu yağmur avuçlarımı. sanırım bir aralar yakalandığım yaşama doyamama hastalığım nüksetti bu aralar. yenileniyorum, büyüyorum, ara vermeyi ve nefes almayı seviyorum.

Wednesday, September 20, 2006

yazmazsam çatlarım

arkadaşlar kabul edin; podcast'imiz işlevsiz bir araç ama renk seçimlerimden dolayı gayet şık durmuyor mu? ve blog.umuza renk katmıyor mu?

bak neler oldu...

evrimcim, yolculuk insanı duygusal yapan çok özellikli bir etkinliktir ve ruh halinde buna müsaitse daha da etkili olur. yolculuklar düşünmek için ideal zamanlardır. bu arada beni de bilirsin bayılırım bu aksiyona. en sevdiğim 2 etkinlikten biridir. diğeri ne mi? yemek yemek tabiki. yolculuk ne kadar duygusallaştırırsa beni, zevkle yenen bir yemek de bir o kadar neşelendirir :) tabi yemeğin zevkle yenebilmesi için çeşitli etkenler gerekli yolculukta olduğu gibi. mesela kalabalık ve sevdiğin insanlarla dolu bir sofra ya da özenle yaptığın ve tarifini kafandan salladığın yemekler gibi. hayalini kurduğum en önemli şeylerden biri, evimin terasında sevdiğim insanlara kurduğum sofra. ve hep beraber, bol sohbet ve alkolle devam eden, saatlerce sürecek olan, kendi yaptığım yemekleri ikram edeceğim bir ziyafet diyelim. (bella'nın fenerlerini unutmuş değilim) bu comment çok uzun oldu. en iyisi ben bunu postalayayım doğru düzgün bloga. bu arada sen ne demiştin? ya da ben nereden girdim bu konuya yaaa...

Monday, September 18, 2006

ay ay unuttum...

dün gece songül'ün düğününe gidiyordum. şirin'i bekliyordum osmanbey mado'nun önünde. veee rumeli'den gelen kırmızı bir araba, harbiye yönüne giden bir diğer kırmızı arabaya çarpıp kaldırımda duran başka bir kırmızı arabaya vurarak durdu. neyse ki ciddi bir kaza değildi. ama ben bu sahneyi (kazanın gerçekleşme anını) izlemekten çok büyük bir keyif aldım. her şey bir noktada başladı ve bitti. her şey çok hızlı ve kısa bir sürede oldu ama sanki bana dakikalarca izlemişim gibi geldi o anı. düşünüyorum da çarpan arabanın gidiş yolu sağa doğru kıvrıldığı için kurtarmak için daha da sağa kırdı. eğer sola kırsaydı sanırım bu yazıyı yazamayabilirdim. ama bunu şu an düşünüyorum. o an hiçbir şekilde bu durum aklımın ucundan bile geçmemişti.

Sunday, September 17, 2006

ya ben çok yoruldum

yorgunum çünkü hala uyku düzenim yerinde değil. yorgunum çünkü evvelsi gün hayatımın en güzel günlerinden birini yaşadım. yorgunum çünkü bu aralar çok içtim. yorgunum çünkü yaşam devam ediyor. efendim özet özet geçiyorum. malum perşembe günü bellacığımızın doğum günü etkinlikleri ve rakı soframız. cuma günü strateji ekibinden çok ani gelen bir davet ile taksim. mercan, karavan, cambaz (eski) ve adını hatırlamadığım bir karaoke bar (bir ara yazacağım: klub-karaoke ) ve son olarak pehlivan (çorba krizi için). cumartesi beşiktaş, kadıköy, bahariye, moda, beşiktaş "kazan", asmalımescit "yakup", tophane. veee son olarak da pazar, temizlik+katılınması gereken bir evlilik töreni. her gün daha da azalan uyku saatleri (bir önceki gün sadece 4 saat uyuyabildim) sonuç; haftaya yine hoşaf gibi başlıyorum. güzel güne gelince çok uzun süreden beri bir arada ve başbaşa olamamıştık sizinle. gerçi özgür ve ester yoktular ama bu buluşma sağlam doping oldu bana. ama galiba ben eğlenirken sonuna kadar devam edenlerdenim, durduğum anda da yıkılanlardan. ya hep ya hiç diyelim :) aaa bir de fotoğraflarla başım hoş bu aralar; cuma gecesi fotoğrafları, ulaşlardan gelen fotoğraflar, Ada fotoğrafları... başka bir sonuç: haftaya hoşaflığımın dışında; hasta ve yaralı başlıyorum. eğleneceğim diye ıslak kafa ile vapura binen ben, tramvayda fotoğraf çekilen ben, topuklu pabuç ile düğüne giderken metroya binen ben; şimdi bir boğaz ağrısına, çizilmiş bir parmağa ve su toplamış bir ayağa sahibim. neyse ki o kadar içmeye midem tepki vermedi henüz. yoksa ateşim de mi çıkmaya başladı şimdi :(

Friday, September 15, 2006

olcaycım,

bi de; ...........
kıymalı pide
hatırlarsan!!

bella'nın doğumgünü etkinlikleri 2

efendim biz dün akşam "şöyle güzel bir yemek yedirelim doğum günü kızımıza" dedik. zaten emel'in yegane amacı bu oldu bella'nın doğum günü ile ilgili olarak. önce biricik kardeşini kavacık'ta bir çin restaurantına (wasabi) götürdü. sonra da akşam umut ocakbaşı'na gittik. malumunuz önceki post'umdan hatırlayacaksınızdır. bir de ilgili ve konuşkan bir garsonumuz vardı. sağolsun bize her türlü servisi yaptı. ekstra meyve, rakı, şiş üstüne bir de pasta yedirdi. (bu da etkinlik dahilinde) eve nasıl gittiğimizi siz hesap edin. bir ara korktum mide fesadı geçireceğim diye. dün akşamki post ile ilgili de açıklamam şu olacak: duygusal bir günün üstüne 4 kadeh rakı böyle yaptı. anlayışınıza sığınıyorum zırvaladıysam. aklıma gelmişken; ne zaman rakı sofrası olsa, aklıma 2004-torba gelir. rakı ile barıştığım hatta kaynaştığım geceyi nasıl unutabilirim. zaten o zamandan beri sadece "yeni rakı" ile başım hoş. pekiii mide fesadı geçirmedim ama ne oldu bir sorun? şu oldu merakına yenik düşüp yazıyı okumaya devam eden arkadaşlarım: gece 3.30 sularında uyandım. tuvalete gittim. minik bir böcek öldürdüm. su içtim ve geri yatağıma yattım. pekiii uyuyabildim mi? :) tabiki hayır. önce döndüm durdum. sonra uyuyayım diye hayal kurmaya çalıştım ama uçuşan fikirler ne kadar flu olursa olsun zihnimde kımıldandılar ve bu da beni uyanık tutmaya yetti. acaba laptop'ı açıp word'e şunları yazıversem de yarın sabah ilk iş postalasam mı dedim ama bu kadar silkinmenin uykumu sabaha kadar kaçıracağına karar verdim. ben de kalktım. not defterim, kalemim ve minik fenerim ile yatağa tekrar geri döndüm. işte size geceden notlar:

(aslında az sonra yazacaklarımı bir post olarak hazırlamıştım ama sabah kalktığımda bu düzenin kalmayacağını biliyordum)
* öncelikle kendim için uydurduğum tekerleme: aşık kız, maşuk kız, kafası karmaşık kız.
* dün gece için sarhoş değil, mayhoş olduğuma kanaat getirdim.
* niye alkol fazla kaçırılınca uyku da peşinden kaçar?
* tam da yarın status raporları yazacakken bu kadar içilir mi? (sabah iyi kalkacağımı biliyordum)
* mehmet abi bize evlenmek için iyi bir kadınla karşılaşması gerektiğini söyledi, biz de sadece erkekler için geçerli değil, kadınlar için de geçerli o zaman dedik. aynı muhabbeti geç kalınmış öğle yemeğine gittiğim de beraber yemek yediğim havva teyze de söylemişti. çünkü tv.de şu gereksiz kadın programlarının birinde bir adam karısından dert yanıyordu. işin ilginci havva teyze bunu söylediğinde aklıma anneannem gelmişti. o da sadece erkekler anlamında değil, genel olarak hayatta iyi insanlar ile karşılaşmanın önemini vurgular durur.
* arda ile annem tatile gitmişler bodrum'a.
* mışıl mışıl uyumam gereken yerde aksine gözlerim ışıl ışıldı.
* niye benim bir kapama tuşum, düğmem her neyse işte ondan yok bende.
* evdeki ilginç uyku sesleri ile de muhattap oldum. sonra aklıma ilkokulda öğretilen bir şarkı geldi. ama net hatırlayamadım. (gecenin sesleri ya da evin sesleri olabilir adı)
* nesne -> ne ise ne: düşündüğüm/ nesne=şey: doğrusu
* nesnelerin de birer canlı kişilik olduklarını kabul ettiğim günden beri onlarla konuşuyorum. dün gecede not defterim, kalemim ve minik el fenerim ile samimiyeti arttırdım.

sonra ne mi oldu? bu kadar saçmalamama rağmen hala yazıyı okumaya devam ediyorsanız testi geçtiniz. benim çok yakın arkadaşımsınız ve bana her şekilde katlanıyorsunuz. teşekkürlerimi bir borç bilirim. diyordumki sabah ezanını da duyunca rahatladım ve uykuya gark oldum. (bunu bir araştırmak lazım, doğru bir kullanım mı diye) sabaha karşı uyku ile uyanıklık arasında çok karışık ama bir o kadar da güzel rüyalar gördüm.

Thursday, September 14, 2006

bella'nın doğum günü etkinlikleri 1

şimdi, öncelikle etkinlikleri yarın anlatacağımı açıklamalıyım ve esas derdime gelmeliyim. bu etkinlikler çerçevesinde, bu akşam az biraz rakı içtim (sanırım 4 kadeh) ama yeni rakı. neyse işte benim için bella'nın doğumgünü olması dışında da önemli bir gün. dönüşte takside çalan şarkıyı yine kendime ithaf etmek istiyorum.

Güneş bir başka doğuyor neden bugünlerde
Geceler bir başka alevleniyor bu şehirde
Korkuyorum çocuklar gibi savunmasız ama korkuyorum
Aşık mı oluyorum yeniden savunmasız korkuyorum
Ah bu başıma gelen nedir bilmiyorum ama çok korkuyorum

to do list-2

1. kamera internette satışa çıkarılacak.
2. yurt dışına giden birilerine dijital fotoğraf mak. siparişi verilecek.
3. bu dünyadan göçmeden çevremdeki insanların mutlu olması için bir film çalışması yapılacak.
4. gençlik yıllarımda çiziktirdiğim karalamalar, mümkünse scan edilip blog kamuoyuna sunulacak.
5. cep telefonu alınacak. (anlayan anladı)
6. statusler yazılacak. off of kaderim bu raporlar benim. (tam öğrendiğim ve rahatça bu işi yaptığımda bu görev benden alınacak gibi bir his var içimde)
7. songül'ün düğününe gidilecek.
8. cep telefonundan fotoğraf aktarmak için herhangi bir aparat alınacak.
9. ben minik bir kedi istiyorum. sanırım kendi evim olunca bu da gerçek olacak.
10. galiba ben iflas edeceğim.

n desem bilmem

yani blogun sayfasını açıp da kendi postlarım dışında başka postlar görmek, benim için ne mutluluk. inanasım gelmiyor. lütfen devam edin. olcaycım öncelikle TeMeT'e adlı post için, sonra da "(b)öyle işte" ile hislerime tercüman olduğun için teşekkürler. bellacığım da sağolsun bizi eskilere, lise anılarımıza götürerek ayrı bir renk katıyor bloga. ama evrim hanımdan pek ses alamıyoruz. esterden nedense umutlu diilim. özgüre ise; ruh haline göre değişken bir durumla karşı karşıya olduğumuz için; sesim çıkmıyor. bana gelince şunu farkettim: ajansta tuvalete girdiğimde önce kapıyı kapayıp sonra ışığı yakıyorum ve bu durum karşısında her seferinde telaşa kapılıyorum. bugün bahçede telefonla konuşurken bahçede iki saksının arasına ağ örmüş, sarı siyah bir örümcek gördüm. oldukça da büyüktü. telefon konuşma mı etkilemiş olabilir mi sizce? zıp zıp zıplayıp hop hop hoplamak istiyorum. merdivenleri inip çıkmak, enerjimi tüketmek istiyorum. içmek içmek istiyorum. geceleri sokaklarda dolaşmak istiyorum. fotoğraf çekmek istiyoruuum. hızımı alamayıp uçacağımdan korkuyorum. son olarak blog için nasıl isterseniz o olsun? köy, kasaba, şehir, metropol, ilçe, semt... yani güzel keyfiniz nasıl isterse kuzucuklar...

Wednesday, September 13, 2006

olcay ile deneme yapıyoruz aldırmayın

bundan sonra kendisi kasabanın sheriff-janbrown'u, ben de miklagard'ım haberiniz ola. mucukluyoruz sizi... bu arada sanırım sadece eylül ayında miklagard olabildim önceki postlarda (ağustos) hala xuxu'yum. çok tutarsız bir author'ünüz var :)

günaydın insanlar

öncelikle şunu haber vereyim. şu ekranın sağındaki sidebar'da duran podcast'i unutun gitsin. yapamadık. ama elbet bir ara o da hallolacak. ben o zamana kadar, evde olduğum sürece, size minik playerlar ekleyeceğim sevdiklerimden. bana gelince halimden memnunum ama iyi değilim. atv'nin karşısındaki yokuştan ajansın sokağına inerken esen rüzgar ve mevcut havanın durumu (güneşli ama sıcak değil) bana bir teknede olduğumu hissettirdi. bunda; üzerimde basit ve hafif bir kıyafet olması, esen rüzgarın açık saçlarımın arasından geçmesi ve beni ürpertmesi ve nedense sırt çantamın etkisinin olduğunu düşünüyorum. peki ben ne yapıyorum? bilmiyorum. halimden memnunum ama lise hayallerimden uzağım. dünyanın öbür ucuna gitmek değil sorunum. biraz daha kafama göre takılmak. şehri seviyorum ama başıboş olmayı daha çok. son olarak da daha az uyuyup hiçbir şeye konsantre olamamaya başladım. kendimi sürekli başka bir şey düşünürken buluyorum. kafam karışık benim yaaa...

Tuesday, September 12, 2006

olcay'a yanıt...

tabi buraya bakmak aklına gelirse arkadaşımın. efendim iş yerindeki iletim: "i can't take my mind off you... b.d." aynen senin dediğini ifade ediyor. "b.d." ise "blower's daughter"ın ilk harfleri. başka özel bir anlamı yok hayatımda şimdilik. bilirsin "closer" filminin şarkılarından biri oluyor kendisi. "damien rice" tarafından seslendirilmiş. şöyle de bir açıklama daha getireyim. kişisel iletilerimde genelde sevdiğim, sık söylediğim dinlediğim, dilime dolanan parçaların sözlerini kullanıyorum. meldoşun bilgisayarında "love me two times", laptop da ise "creep" mevcut şu aralar. şarkıları sadece kendime ithaf ederim. eğer birine ithaf etmem gerekirse bunu sizin huzurunuzda açıklamaktan çekinmem. bu da böyle biline.

otobüs macerası 2

yine aynı otobüs. dolmabahçe'ye iniyoruz. stadta maç var. trafik arapsaçı. polis durdurdu bizi ışıklarda, tam beşiktaş'a dönecekken. ve 3-4 defa ışık değişmesine rağmen bize yol vermedi. çünkü vereceği yol da tıkalı zaten. vay efendim niye yol vermiyormuş, vay efendim kör müymüş bu polis, yok şöyle yok böyle. hele bir de önümde yorum yapan bilmiş kız yok mu; (hani şu bir önceki postta şiddet duygularımı arttıran) şoförden daha çok konuştu. e be kardeşim sussan, yanındaki arkadaşına başka bir şey anlatsan, o süre çabucak bitecek. ama olsun onun da muhalif sesi duyulsun. olunması gerektiği yerde muhalif olmazlar, sonra da böyle basit olaylarda gerginliği arttırırlar. bak yine sinir katsayım arttı. halbuki ben, o kız cak cak konuşup gerginleştirmeseydi ortamı; sakin sakin akmayan trafiği, gecenin ışıklarını, maça giden insanları, araçların içinde bekleyenleri izleyecektim. aslında bir otobüs maceram daha var ama "onu kendime sakladım" aslında sweet home biliyor olabilir. bilemiyorum... oh be rahatladım... acaba bu aralar çok mu şiddet doluyum diye de düşünmeden edemiyorum?

çok üşendim ama...

yazasım var. ne yazasım var? bilmiyorum. dün taksim-bahçeköy otobüsüne bindim, arnavutköy'de inmek üzere. bir amca bindi otobüse. ben şoförün arkasındaki tekli koltuklardan birinde oturuyordum. amca otobüsün diğer tarafında benim hizamdaki ikili koltuğun koridor tarafında oturuyordu. otobüse her binen onu uyardı. özellikle de bilmiş abiler: "dayı, sen cam kenarına geç", "dayı, oradan düşeceksin", "dayı şöyle, dayı böyle..." sanki onun iyiliğini istiyormuş gibi davranmaları beni çileden çıkarttı. otobüs kalabalıklaştıkça "dayı sen aşağı in" diyenler ve benzeri saçma uyarılar... neden mi? sanırım alkollü olduğu ve kafasını koyacak bir yer aradığı için. neyse ki biletçi abi halden anlayan biri çıktı da benim arkamdaki adamı kaldırıp onun yerine amcayı oturttu. amca kötü kokuyordu ama çok da yabancılık hissetmedim. tanıdık bir şey vardı kokusunda alkol olmayan. ne olduğu çocukluğumla bağlantılı ama adlandıramadığım. belki de anneannemin arabacılık yapan komşusu Salim gibi kokuyordu. hali vakti çok da kötü değildi amcanın. sadece birazcık pejmürde. ortaköy'de de indi zaten. kimseyi rahatsız etmedi. birkaç kere cep telefononunu düşürdü elinden uyuklarken o kadar. şimdilik bu kadar ama bunun 2. yarısı da var. kafasını kırmak istediğim ön koltukta oturan kız gibi.

Saturday, September 09, 2006

bir güzel haber de benden...

evrim'in kursunun izmir'de olması ve olcay'ın ulusoy lojistik'te işe başlamasından sonraaaa, inci de şef olmuş. kendisinden haberi mail ile aldım ve bir tebrik maili yolladım bile. ama buradan da ilan edelim dedim. kendisine başarılarının devamı dileklerimizi iletiyorum. bak bir konuda daha rahatladım. daha da iyi haberlerimizi burada görmek dileğiyle...

(yaaa çok temennili ve dilekli bir post oldu bu :)

Friday, September 08, 2006

70'ler

gece

ay dolunay
hava berrak
boğaz akışkan
su mavi, yeşil
rüzgar tatlı
dalgalara sıfır
koku deniz, tuz
sarı dolmuş maçka
gece uzun
yaşam kısa
renk parlak
benzim soluk
sözler bitmiş
kalp hızlı
ışık net
istanbul durağan akmakta gözlerimden bakınca

Thursday, September 07, 2006

to do list!

merak etmeyin size yeni bir liste yapmayacağım burada. efendim artık bu ay senenin başlaması için hazırlıklarımı yapacağım aydır. malumunuz son yaz etkinliği olarak da rock'n coke'u yaptık, bitirdik. ben de kendime bir yapılması gerekenler listesi yaptım uzuun uzuun! ne çok iş bırakmışım, şimdi ev de kalabalıklaşmaya başladı, yeni bir düzen tutturmamız lazım. bakalım! alınacaklar, aranacaklar, atılacaklar, ödemeler, unutulmaması gerekenler, araştırılacaklar... çokmuş çok :)

Tuesday, September 05, 2006

artık kimsenin beni sallamadığını düşünmeye başladım :(

kendim çalıp söyleyip, kendim oynuyorum sanki. (gerçi yapmadığım şey değil ama :)

fikirler

günaydın blogumun insanları; ben şimdi dün gece uykumu aldım ya, haliyle zihin de ama gerekli ama gereksiz her türlü şeyi düşünmeye başladı. sabah otobüste ofise gelirken otomobillerin tamamen balondan yapılsalar kazaların ne kadar önlenebileceğini düşündüm. ama aklım ermedi. sanırım arabanın tabanı yine aynı kalırdı. üzerine koltuklar yerleştirilecek ya o yüzden. peki motor ve yakıt deposu ne olacaktı? bilmiyorum. hani şu ilginç materyallerden süslü otomobiller yapma yarışmaları var ya işte gözümde canlanan şey, böyle komik bir görüntüydü. ama insanoğlu balondan araba yapmak istese elbette onu kullanışlı hale getirmeyi becerebilir. benim şu saydığım engelleri bertaraf edebilir. ya balon otomobiller çarpışınca içinde sıkışan gazlar daha da kötü bir patlamaya ve sonuçlarına neden olursa dedim sonra. bu fikir başka bir fikre yönlendirdi beni. araçların şu metal materyallerinin içine görünmez bir şekilde hava boşlukları yerleştirsek? minik minik milyarlarca. acaba olmaz mı? tabi böyle bir teknoloji hakkında bilgim olmadığı için olayı daha görsel düşündüm ve aklıma cam eşyalar kırılmasın diye sarılan minik baloncuklu naylonlar geldi. adı ne acaba onların? hani böyle pıt pıt pıtlatıp çıtır çıtır oynarız ya onlar işte. daha gelişmişleri yapılsa ve arabalar onlarla kaplansa? offf sanırım bir fizikçi bu anlattıklarımı okusa dumura uğrar. ama ben fikri söylüyorum sadece bu fikirleri uygun hale getirmek onların işi. peki sabah sabah niye bunları düşündüm? eminim merak etmişsinizdir ya da etmediyseniz de anlatacağım: "ben ne zaman ehliyet alacağım" diye düşündüm. bu gidişle alamayacağım. kursa gitmeden özgürce araba kullanmayı öğrenmek istiyorum. mesela küçük bir kasabada dağ bayır özgürce arabayı sürmek istiyorum. kursa hiç bir şey kalmasın sadece bir prosedürden ibaret olsun istiyorum. arizona çölleri lazım bana araba kullanmayı öğrenebilmek için. niye arizona sormayın, aklıma o geldi. hem sonra kesinlikle tanımadığım birinden ders almalıyım. ya da çok sakin birinden ve tabi ki şehir dışında. aslında araba kullanmaya pek de hevesli değilim, bilirsiniz çok severim toplu taşıma araçlarını. ama içimdeki ses araba kullanmaya başlayınca çok seri kullanacağımı söylüyor. ve yine bilirsiniz ki ben sıkıntılı bir insanım ve bu da bir trafik canavarı daha demek. mi acaba? aslında tam ofise girerken çocukların ne kadar yargılayıcı ve acımasız olduklarına dair fikirler kafamda uçuşuyordu ama (bu arada araçlardan o konuya nasıl geçtiğimi hatırlamıyorum) şu anda vaktim yok yazacak. belki bu konu ile ilgili yoğunlaşırsam tekrar anlatırım size de. uçuşan fikirler sizinle olsun...

Monday, September 04, 2006

dans dans dans

artık ofisten çıkmak üzereyim, az önce inbox'a düşen maildeki adresi sizinle paylaşayım dedim :)

tastarak

"ice ice baby" :) ice age'i izlemeyenlere de son çağrı: izlemelisiniz değil, İZLEYİN! bir de buraya yazacaktım ama hatırlayamadım, belki siz bana yardımcı olursunuz.
soru şu: mamut ellie kendini hangi hayvan sanıyordu? aradım ama bulamadım. haber edin...

filmle ilgili olarak ise; iceagemovie

rock and rock 1 (şimdilik)

arkadaşlar ben size festival izlenimlerimi anlatacağım ama ne zaman bilmiyorum. belki de hiçbir zaman. çok yorgunum işte izlenim bu. "muse" ve "placebo" çok ama çok iyiydiler. aslında benim bayıldığım nokta adamların seyirci ile kurdukları iletişim. konserleri keyifli yapan taraf da buydu. "şebnem" ve "duman" da oldukça iyiydi. amma ikisi de az kaldılar sahnede sanki. "şebnem"in geçen sene ki performansında daha iyi vakit geçirmiştim. "şebnem" mi daha kötüydü yoksa benim ruh halim mi geçen seneye göre, bilemiyorum. "duman"a hiçbir şey demiyorum, dedirtmem de zaten. "kaan" kafası bir dünya şekilde çıktı her zaman ki gibi, ama güneş çarptı kendisini bence ekstradan. bir de "gogol bordello" vardı ki, ne desem boş ilk defa dinledim ve çok keyif aldım. eğlenceliydiler. tabi tahminim doğru çıktı. arkadaşlar "çingene funk" yapıyorlarmış. yani balkan havaları vardı. sizin anlayacağınız kan çekti.bu sene sıralar yoktu, gece dönüş yolu harici. biz, "organizasyon da gelişme var, ne mutlu" derken, cumartesi gecesi bilet kuyruğunu görünce afalladık. tabi "eli öpülesi insan" bir şekilde bizi sıradan çıkardı ve kalkmak üzere olan otobüse bindirdi. nasıl yaptığını sormayın? tahminlerinizi bekliyorum. ama seçenek de sunmak istiyorum:

a) fırsatı kullandı.
b) rüşvet verdi.
c) o sakince bizim dönmemizi bekliyordu ve birden kendini otobüsün içinde buldu ve muavine yalvarıp bizi de içeri aldırdı.
d) bölge temsilcisi sesini kullanarak işi bitirdi.
ipucu: sizce otobüse bindiğimizde elimizde bilet var mıydı? (tabi ki yoktu :)

konumuza geri dönelim. ıııı... işte kimleri gördük bir özet geçmek istiyorum;
iki günümüzün çoğunu beraber geçirdiğimiz ahmet ve yeğeni cefri (yazılış, genel kurallara göre böyle sanırım) ahmet kim derseniz, emre ve fulyaların ahmet.
müge, kendisi arkadaşları ile geldiği için bize pek yüz vermedi, ikinci gün emrivaki yapmak zorunda kaldım. ama ne yapayım 2 hafta önce arayıp geliyorum diye kendi haber verdi, hem de "star wars" izleme keyfimi duraklatmıştı.
başka... şahi, caner ve nuray'ın kardeşi benim bildiğim gördüğüm.

ve tahminler: üç sene içinde festivale geleceğini tahmin ya da hayal ettiğim gruplar:
1. red hot...
2. coldplay
3. him

unuttum unuttum... 2. gece kabus gibiydi. 00.20 de can'ın arabasına bindik, 02.20 de ancak otoparktan çıktık. 4'te uyudum 8'de kalktım. yorum yapmıyorum.

bu arada ileri ki yazılarımda gruplar ile ilgili araştırmalarımı yazabilirim.
bir de ofisten parça yükleyemiyorum ama en kısa zamanda bir şeyler yapacağım. geç kalmış bir parça...

Saturday, September 02, 2006

yaşasııııın olmuş yuuppieee :)

olmuş olmuş o kadar dert yanmıştım. var ya kulaklarım ağzımda... ama galiba içine şarkı ekleyememişim neyse onun yolu bulunur. ama gerçekten sayfanın yapısını bozduğum için çok korkmuştum. hatta sonlara doğru daha fazla oynamamaya karar verdim postları da kaybedeceğiz diye telaşlandım. ohhhh be rahatladım. ben size müzik dinleteceğim ama... son bir çalışma deneyelim bakalım :) bir şey daha 29 ağustos tarihli "planet rock'tan..." adlı post'a da bir göz atmanızı öneririm (love me two times)

ding dang dong dikkat dikkat! belediye başkanlığından ilan!

sevgili konuklar! sayfayı açtığınızda sidebar'ı göremeyince lütfen telaşa kapılmayın ya da kapılın. öncelikle o bölümdeki bilgiler kaybolmadı sadece sayfanın aşağısına kaydı. zaten sidebar'da çok da fazla bir şey yoktu. zaten sorun da buradan çıktı. dedim kendi kendime: "yani bir yetkili olarak güzel beldemizin pek nadide konuklarına bir kıyağım olsun, bari yazılarını yazarken kulaklarının pası silinsin. şu sidebar'a bir i-pod ekleyeyim de isteyen dinlesin" dedim ama demez olaydım. tüyoyu aldığım arkadaşı can kulağı ile dinledim ya da dinlediğimi sanmışım her neyse not aldım, adresime mail yollattım veee işte sonuç: kaymış bir sayfa. aslında bu noktada kendime kızıyorum: keşke üniversitedeki bilgisayar dersinin html konusunu daha iyi dinleseymişim. düşünüyorum da her şeyi tam ve defalarca yaptım gibi geliyor. demek ki yapamamışım ama eminim çok minik bir noktayı atlıyorum. umudum (her zaman ki gibi) her şeyin düzeleceği yönünde. dediğim gibi umarım :( böhü böhü

Friday, September 01, 2006

ajansın bahçesindeki hayvanlar

(ilkokulda olurdu ya ünite konuları: çevremizdeki dostlarımız hayvanlar. işte benim başlık da ona benzedi)

ajans bahçesinin daimi üyesi köpek kont: kendisi benden önce buradaydı. ve bugünlerde oldukça mutsuz çünkü ayağında hatta tırnağında bir sorun var. sağda solda miskin miskin yatıyor ve inatla ayağına baktırtmıyor. genel anlamda yanında kendimi rahat hissetiğim köpeklerden biri.

ajans bahçesinin kayıbı kaplumbağa: kendisi bir şekilde bizim bahçeye düştü ve hasta oldu. veterinere gitti sanırım. bir var bir yok. kene tarafından ısırıldığı yönünde rivayetler var. ama kendisi yaşama 4 elle sarılmış durumda. her ne kadar kont tarafından pek sevilmese de özellikle kendinden emin duruşu ile ajans sakinlerinin bence gizli favorisi.

ajans bahçesinin hızlıları kertenkeleler: (bir çeşit sürüngenler ama kertenkele mi onlar tam olarak bilemeyeceğim, yani biraz küçük geliyorlar gözüme kertenkele olmak için, özlem olsa bizi aydınlatırdı engin biyoloji bilgileri ile her neyse) özellikle sıcak yaz günlerinde ve duvar üstlerinde kendileri ile karşılaşabilirsiniz.

ajans bahçesinin yan komşuları yani kaçakları fareler: (onların da fare olduğundan emin değilim. şöyle ki; fındık faresinden daha büyük, sıçandan ise daha küçükler) kendilerini bahçede bırakılmış yemek artığı bulunduğunda görebilirsiniz ancak. mesela bugün kont için duvar dibine bırakılmış patates kızartmalarını aşırırken yakaladım onları. "yemeyenin malını yerler" diyerek kovalamadım ve sessizce patatesleri bitirmelerini izledim.

ajans bahçesinin daimi üyeleri: hiç birini bir daha gördüğümden emin olamadığım misafirler. kuşlar (genelde serçeler) kelebekler (benim favorilerim ama kış geliyor :( son olarak ise bilumum böcükleeer... ıyyy

bayanlaaar ve sevgili bay;

işte sizi daha da yazmaya teşvik edecek bir yorum "şehrin konukları" hakkında.
yine ummakla yetiniyorum "teşvik olmanız" konusunda.
en kötüsü ben kendim yazar, size de yayın yapar dururum birbiriniz hakkında.
ama ben herkese yetişemem ki... :)

demet'ten barış'a

http://downtown-ist.blogspot.com
macera yön değiştirdi ve blogger’da devam ediyor yoksa başlayamadı mı tam anlamıyla?
(bu da film fragmanı gibi olmuş :)
incelediğinde sen karar ver.
(gerektiğinde üşenmeden ve itina ile açıklama yapılır)


barış'tan demet'e

Güzel olmuş…
Blog olayının ruhunu yakalamışsın kesinlikle…
Sevdimmm… samimiyet samimiyet ve samimiyet… gerisi yalan..
Bloggerla ilgili bana her şeyi danışabilirsin.. Hiç alçakgönüllük yapmayacağım bloggerın içini dışını biliyorum.
Bloga yapmak istediğin eklentiler olursa sana yardımcı olurum...

Güzel güzelll... devam edin.. :)