Wednesday, December 13, 2006

yazı yazmak istiyorum yahu...

yazacağım ama bir bırakmıyorlarki, draft edip duruyorum postlar'ımı. sonra tadı kaçıyor. kaldığım yerden istediğim gibi devam edemiyorum. "çay kokusu", yaşamımın evvelsi gününün bir kısmını ve dün akşamüstüne kadar olan bölümü anlatıyor. çünkü akşamüstü yine sanal dünyanın teknik kısmı ile ilgilenmek zorunda kaldım.

çay kokusu...
bir çay kokusu aldım, yazı yazmak istedim. sonra kendime bir çay aldım, şimdi yazı yazıyorum. sevgi abla dedi ki: kokusunu alabildiğime göre çaydan anlıyormuşum. bence çaydan değil de bir parça "güzel"den anlarım diyelim. duyularıma güzel hitap eden şeylerden. belki süper bir estetik duyum yok ama beni fazlasıyla tatmin edecek kadarı var sanırım. yoksa böyle biri olamazdım. yani ben olamazdım demeye getiriyorum :) bir de şu çay bu kadar kaynar içilmese :)

her neyse dün akşam ofisten çıkmak istemedi canım. üşendim belki. kendimi zar zor durağa atmıştım ki otobüs geldi. ama ben artık biraz mutsuzum otobüsler konusunda, sanırım telefonumun kulaklığını kaybettim. sanırım diyorum çünkü hala bir yerlerden çıkabileceğini umut ediyorum fakat mantığım bana kaybettin diyor. cumartesiden beri yok. cuma çantamdaydı. acaba sokak kahvesi'nde mi düşürdüm? sanmam. otobüse bindim iki durak sonra indim. otobüs alt geçidi geçti ve durağa gelmeden bozuldu. diğer yolcularla indim, bir sonraki otobüsü bekledim sakince. eve vardığımda farkettim ki herkes gayet durgun. benim durgunluğum ise birden geçti ve kendimi yemek yapmaya verdim. evde pek bir şey kalmadığı için o anda uydurduğum kabaklı kuru biber yemeğini yaptım. hatta evdekilere de şöyle dedim: annem görse benimle 'ayrıca' bir gurur duyardı. böyleydi işte dün gece...
bugün yine kendimi istanbul sokaklarına attım. daha doğrusu çikolata almaya gönderildim :) aslında aradığımı atv'nin yanındaki benzin istasyonunda bulurum sanmıştım ama bulamayınca kendimi cebimde 1 tek 100 ytl ve cep telefonum ile bir taksiye el ederken buldum. adama durumu söylediğimde (beşiktaş'a ineceğimi ve 100 ytl'm olduğunu) hiç sorun etmedi. yol boyunca da beni güldürdü durdu. ama ben de şaşkın ve formumdaydım yani. sanırım beni zengin bir evin hizmetçi kızı zannediyor artık. hele bir de yoldayken pelin arayıp yeni siparişler verince :) sonuç olarak; ben ona tansaş'ın yanındaki büfeden sigara aldım ve taksi parası sorunumuzu hallettik. ama sonrası daha iyi oldu. tansaş'ta aradıklarımı bulamadım. aklıma dispanserin karşısındaki migros geldi. oraya gidene kadar 3-5 markete uğrayıp aradıklarımı temin edebildim sonunda. sizin anlayacağınız iş saatinde sokaklarda yarı özgürlük.

şunu da eklemeliyim, ben yalancının tekiyim. şöyle ki; beni tanımayan ve hayatımdan geçip gidecek insanlar, beni başka bir şey sanıyorsa ve bu durum sorun yaratmayacaksa, tam olarak onların tahmin ettiği her neyse, işte onun gibi davranıyorum. tabi onlar bana, sen şuna benziyorsun demiyorlar, ben uyduruyorum tavırlarından. mesela taksiciler ya da otobüslerdeki meraklı amcalar,teyzeler; garsonlar vs.vs. aslında canalıcı nokta onların meraklı olmaları ve benim hakkımda bir şeyler öğrenmeye çalışmaları. sanırım bu durumda, yaşamımda kalıcı olmayacakları için yalan söyleme hakkım da doğuyor :) kandırıyorum onları...

kayıp...
her şeyimi kaybediyorum. kulaklıklardan sonra maviş tokalarım ve cımbızım ortada yok. gülmeyin aradığımda elimin altında bulamayınca anlıyorum durumu. ne diyordum ben? dün ani bir telefonla gogol'ün "müfettiş" adlı oyununa gittik. ali, gökçe, ulaş ve ben. iyi vakit geçirdim. olağanüstü değildi ama yine de oyuncular üç saat boyunca gösterdikleri performans ile soluksuz izlettiler bize oyunu. çıkınca bizimkilerden ayrıldım. metroya indim. ama gişelerden geçmeden geri döndüm. son otobüse nasıl olsa yetişemeyeceğimi farkettim çünkü. ve istiklal. uzun zamandır ilk kez bu kadar boş bir anına denk geldim. gittim ve geldim.

dün gece 01.00'da banyo yapınca bugün saçlarımla ciddi bir sinir harbine girdim. dokunmayın bana. ya da ne bileyim dokunsanız da olur :)

No comments: