Saturday, October 14, 2006

başlık yok

New – Open
yeni bir sayfa açtım işte. yazmak istedim. saat şu noktada 08.20 gece kaçta uyuduğumu hatırlamıyorum. 03.30 falandı sanırım. taksiciye çıkışmayan parasını helal ettim. dış kapıyı açtım. barış’ı aradım. iç kapıyı açtım. üzerimdekileri çıkardım. onun bir şeyler dediğini hatırlıyorum. ama ben üzgündüm ve uyudum. sadece yattım ve uyudum. her işe gittiğim sabah ki gibi ve her içtiğim sabah ki gibi erkenden uyandım: 07.30 tuvalete girdim. şofbeni yaktım. inanmayacaksınız ama birisinin dediği gibi karganın gak demesini bile duydum. baktım zihnim açılmış ve harfler, kelimeler ve hatta cümleler anlamlı bir bütün oluşturarak akıyorlar (bir sıvının akışkanlığına kapılmış olarak tasavvur edebilirsiniz onları) kalktım. bilgisayarımı buldum. yatağıma yerleştim. bu arada bella uykusunun arasında bana “dün gece nasıldı?” diye sordu. zaten ben de bunu anlatmak için bu sayfayı açtım.
New – Open
peki nasıldı dün gece? üstteki uzun girişten sonra anlatacaklarıma başlamak zor tabi. bir parça hevesimi aldım yazmaktan şimdi. kendime karşıdaki aynadan bakıyorum da hala dudaklarım kırmızı alkolden. hava kapalı. bilgisayarın ışığı yüzüme vurmuş. üzerimde en sevdiğim yeşil tonunda bir t-shirt. anlatamayacağım galiba dün geceyi. bir türlü az önceki düşüncelerime giremiyorum. içmek iyi. yanındaki insana göre daha iyi ya da daha kötü. dün iyi gecelerden biriydi. rahat içebildiğin, rahat konuşabildiğin, rahat davranabildiğin. kızlar olsaydı (herhangi bir kız grubu) pek böyle olmazdı. bizim kızlardan sonra gerçekten iyi sohbet edebildiğim başka kızları bulmak zor. biz de olağanüstü yapmıyoruz bu işi ama öyle. dün gece kendimi üniversitedeki gibi hissettim. küçük parkta içiyorduk sanki. sanırım bunda bahadır’ın ve ilkay’ın çok etkisi var. ha unutmadan bir de yan masanın etkisi var tabi. erkeklerle rahat konuşabilirsin. seni yargılamazlar. sorgulamazlar. içlendiğinde başını omuzlarına koyarsın. eğlendiğinde istediğini yaparsın. küfür ettiklerinde umrunda bile olmaz. nasıl eve gideceğim dediğinde, seni sadece taksiye bindireceklerini (e haklı olarak) bilsen bile için rahattır. hepsinden daha ayıksındır ama onlar seni; sadece içtiğin için, sokaklarda döndüğün için, hoplayıp zıpladığın için, umarsızca duygularını ifade ettiğin için; sarhoş sanırlar. aslında sarhoş değil de, kafanın iyi olduğunu düşünürler. öyledir zaten. sanırım izmir’den sonra böyle bir ortamı bulacağıma inancım azalmış. onun şaşkınlığı ve sırıtıklığı da var üzerimde. ne mi konuştuk? bilmem, hatırlamıyorum. güzel olan kısmı da bu ya J aşağıdaki şarkıyı dinliyorum da evet güzel bir sabah. ben üzgünüm ama iyi hissediyorum. sadece gecenin başında konuşulan devekuşu kabare muhabbetini hatırlıyorum. sonra çalan parçaları. şimdi aklıma geldi. ben eskiden iyi bira içtiğimi düşünürdüm, artık içemediğimi. ama öyle değilmiş. ben hala iyi bira içiyormuşum. demek ki ortam olmayınca içesim gelmiyor ve o içki bana haram oluyor (yani keyif alamamak anlamında) ben de rahat ve kısa sürede içilen bir şeyler tercih ediyormuşum. dün o da yoktu mesela, paşalar gibi içtim biramı. (led zeppelin-kashmir) bahadır benim hristiyan olduğumu düşünüyor. yedim galiba onu J ya da o yenildiğini düşündürterek beni yiyiyor. fotoğraf çekildik klasik olarak. belki ilginç bir şeyler çıkarsa sizinle paylaşırım. ama birileri ile çekilince onların mahremiyetini falan düşünüp buraya koymuyorum. buradan ilgili arkadaşlara da topumuzu atalım fotoğrafları yollama konusunda. bulutların arasından güneş açtı. bulutlarlayken daha da güzel güneş. (lenny kravitz-fly away) bu arada kashmir uzun bir şarkıdır, arada ne kadar az yazmışsın derseniz, o uyandı, işe gidiyor ve dedi ki demet dün gece elimde uhu vardı ve bana “o uhu benim mi?” diye sordun. e iyide saat 3.30’da senin elinde uhunun ne işi var? niye onunla ile aynı odadayım anlamışsınızdır. sweet home’un geri kalan üyeleri, ancak bu iki deli birbirini paklar diye bizi aynı odaya yerleştirdiler. pardon yaa hem deli hem miyop. niye takıldığımı ise anlamış değilim ama iyi takılmışım uhuya. kelebek küpelerimi bile çıkarmamışım. dün süpermen alper bizimle değildi, çok düşünmemeye çalıştım ama erkekler ve yaşamlarındaki kadınlar meselesine dönüyor konu ve ben hemen kapatıyorum. (love me two times’ta sıra)
New – Open
niye sabah sabah aygazcı geçerki? anlamlandıramama hali. evdekiler öğlen uyanacaklar ve ben bu yazıyı o zaman postalayacağım anlaşılan. e ne yapalım biz de wireless yok. gerçi arada bir boğaziçi’nden etkileniyor bizim laptop ama yeterli değil. ben de onlar uyanana kadar nette değil ama bilgisayarımda sörf yaparım. bu arada yazı uzadıkça uzar. aklıma geldikçe yazarım. bakın açık açık söylüyorum: saçmalarım, saçmalamışım, saçmaladım, saçmalıyorum, saçmalayacağım. e diyorum size, benim bir kendimi kapama (durdurma) tuşuna ihtiyacım var diye. bu aralar canım bir şey istiyor. başlamasını ve bitmesini istiyorum. sonra üzerine konuşmak istiyorum ilgili ya da ilgisiz. (love me two time babe, i’m gone away... ) bakalım ne zaman alacağım aşağıdaki şarkının albümünü? most played 25 listemde en çok çalınan şarkı bu ve bunun nancy sinatra versiyonu. sanırım bu moris’in işi. word’de noktadan sonra başlayan kelime otomatik olarak büyük harfle başlıyor ya, işte şimdi onları düzeltiyorum. çünkü büyük harfleri seviyorum ama dilbilgisindeki kullanımlarını sevmiyorum. özel isimlere saygım sonsuz ve onları ancak kesme işareti ile şereflendiriyorum. özeller ya; yalnız olsunlar, kimse onlara bulaşmasın. “çöi” onlar çünkü... acaba arada kaldı mı hiç büyük harf? başlıktakileri saymayın; başlık olduğu için değil, özellikle öyle yazıldı: file, new, open. bu arada gecenin sonunda hiç yapmayı sevmediğim bir şey yaptım galiba. umarım kimse net bir şey hatırlamıyordur. aslında adetim değildir böyle davranmak ama üzgündüm işte. 21’i ile 30’u arasında yazamayabilirim bloga. çünkü zaten sizin yanınızda olacağım bir aksilik olmazsa. ve orada yazmaya zaman yok. yapacak çok şey olacak J bakalım nasıl dizginleyeceğim yazma ihtiyacımı. yılbaşına gelince; kurban bayramı tatilinin içinde kendisi. eğer istanbul’dan çok iyi bir yılbaşı planı gelmezse, izmir’de ve annemlerle olacağım. niye var diye düşündüm? ne olduğu önemli değil. sonra varın karşıtı yok aklıma geldi. ya olmasaydı dedim kendi kendime. kaybetme korkusu yaşadım. iyi de olmasaydı zaten kaybetmezdim. dedim ki; ama sevdiğim bir şey, iyiki var ve ilk sorgulamamdan birdenbire uzaklaştığımı hissettim. şimdi ben bu yazıyı worddeki sevdiğim yazma şekli ile kopyalamak istiyorum ama sanırım çok uzun olacak. böyle bile uzun artık durmalıyım galiba.

No comments: